“Dinle şu neyi, bak neler neler söylüyor.”
O, yüceler yücesinin sırlarını anlatıyor. Dilsiz, sözsüz “Hüda Hüda” diyor.
Âlemlerin yaratıcısı olan Allah, bütün bu âlemleri eğer dilerse sana kendi bakışıyla görme saadetini verebilir.
O’nun neler yaratmış ve daha neler yaratmaya kudretli olduğunu; yalnız bakan gözler değil, gönül gözüyle de görmek ve bilmek derecesine erersin. Bu bakımdan içinde bulunduğumuz dünya, bizi o âlemleri görmekten alıkoyan bir engel, bir perdedir. Ruhumuz, dünya gösterişlerine esir olmaktan kurtulduğu ve Allah velileriyle, nebilerinin vardıkları hakikati görmeye başladığımız gün, seyranımızın ve saadetlerimizin fezası sonsuz olacaktır.
Geçici varlıkların bir taraftan yaratılıp, öbür taraftan bozulduğu ve çürüdüğü bu âleme ÂLEM-İ KEVN-Ü FESAD diyeceksin. Bu kevn-ü fesad (şu âlem, devamlı bir oluş ve yok oluş; sabit kalmayış) âlemindeki göz ve gönül çelici hayallere vurulup da her şeyi onlardan ibaret sanırsan, onların hakikatini görebilmek yolunda boş yere gecikmiş olursun.
Senin gönül kuvvetin Firavun’un askerleri gibi değil, Musa’nın asası gibi olmalıdır. O zaman bir tek asanın on binlerce silahlı askere üstün gelişindeki sırrı anlarsın. Yahut nice büyük hekimlerin asırlarca uğraşarak elde edemedikleri “ölüye hayat verme ve bir nefeste açma kudretinin temsilcisi olan Hz. İsa’yı daha yakından öğrenirsin.
Arap dilinin şairleri daha Cahiliye devrinde “aruz” gibi dile musiki kudreti katan bir vezin ile asırlarca nice duygulu şiirler söylediler. Kâbe duvarına asılmış ve nice gönüllere haz vermiş öyle şiirler söylediler ki, Hz. MUHAMMED’den önce kitaplar bu şiirlerle dolduruldu.
Fakat Allah’ın Ümmî’si Hz. Muhammed (s.a.v), Allah’ın vahyini lisan hâline getirdiği gün, sözün böylesine ilahisi karşısında ondan evvel ve sonra söylenmiş bütün sözler utanılacak seviyede kaldılar. Zira Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, baştan sona kadar musikilerin en ilahisini seslendirmiştir. Secileri, kafiyeleri, musiki cümleleri ve ilahi hikmetleriyle O, büyük Ümmî Peygamberimiz Hz. Muhammed’in her asırda yaşayan ve yaşayacak olan mucizesi olmuş ve olacaktır.
ASA, NEFES ve KELÂM... Bunların üçünü de İlahi Hakikat’i dile getiren birer lisan bileceksin. Ancak bu lisan, söyleyenlerin değil, Söyletenin lisanıdır; bunu bilip anlayacaksın.
Bir de şunu:
Her peygamberin mucizesi, kendi çağında en ileri ve yaygın hâle gelmiş bilgi, sanat ve marifet kollarında ışıldar. Mesela, Musa Peygamber zamanında sihir dindarlık hâlinde yaygındı. Sihirbazlar, çağlarının en hürmet gören, sayılan ve korkulan insanları olmuşlardı. Musa, asasını bu zamanda kullandı. Allah, Musa’nın asasını ejderha kılığına sokarak sihirbazları korku ve acz içinde bıraktı.
Hz. İsa devrinde hekimlik, mesleklerin ve sanatların en üstünü biliniyordu. Hekimlere büyük saygı gösteriliyor ve hekimlik ilmi gerçekten gelişme gösteriyordu. İsa Peygamber, görmeyen gözleri eliyle okşayarak ve nefesiyle ferahlatarak açmak gibi ve aynı el ve nefes okşayışlarıyla ölüleri diriltmek gibi mucizelerini, bütün hekimliği âciz ve hayran bırakacak hareketleri bu devirde gösterdi.
Hazreti Muhammed (s.a.v) zamanında ise sözlerin en güzelini, en doğrusunu, en sanatlı olanını söylemek revaçta idi. Hatipler, revaçta ve saygı gören insanlar olmuşlardı.
Hz. Muhammed (s.a.v), işte böyle bir zamanda Kur’an-ı Kerim’in surelerini, okuma yazma bilmeyen bir güzel, ulvî sanat olarak ilan etti. Allah Ümmîsinin böylesine güzel ve ulvî sanatlı her sözden üstün bir telkin lisanı ile söylediği ayetler, o devrin bütün kişilerini hayrette bıraktı. Çünkü Hazreti Muhammed’i Allah söyletiyor, O’nun dilinden bizzat büyük Yaratıcı ALLAH konuşuyordu.
Asırlardan beri ve bugün hâlâ Kur’an-ı Kerim’in hiçbir dildeki, kendi terennüm lisanındaki ilahilik ve güzellikle ifade ve tercüme edilemeyişi bundandır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in lisanı, İlahi Musiki Lisanıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: