Allah (C.C) insanlara, diğer yarattıklarından ayrı olarak akıl, zekâ, kalp, vicdan, inanmak, estetik duygu, düşünebilme, tefekkür, iyiyi kötüden ayırabilme becerisi sevgi gibi ruhsal ve manevi meziyetler lütfetmiştir. Allah (C.C) verdiği bu yetenekler dolayısıyla “Kuşkusuz biz Âdemoğlunu şerefli kıldık.” Buyurmuştur. (El- İsra:17/70)
insan bu yeteneklerini koruyup geliştirmesi iyilik yolunda verimli hale gelerek diğer insanlara ve canlılara faydalı olması hem kendi varlığına hem de bize bu yetenekleri bahşeden Yüce Allah (C.C)’a karşı borcumuzdur. Bu bakımdan insanlar iyi hasetler ve erdemler kazanmak ve güzel davranışlar yaparak “Bu kubbede bir sadâ” bırakabilmelidirler.
Bu erdemler arasında önemli olan hasletlerimiz şunlardır:
Takva: En yüksek insanlık değeridir. Takva Allah’a itaat ederek onun emirlerine uyarak vereceği cezalardan korunmak, Nefsanı arzuları terk etmek, kendisini hiç kimseden üstün görmemek, sözde ve davranışta Hz. Peygamber (S.A.V)’imizin davranışlarına uymak, bütün dini ve ahlaki görevleri yerine getirmektir.
Hilim: Akıllı olmak ve akıllıca davranmak, ağır başlı, sabırlı, hoşgörülü olmak, affedebilme erdemine sahip olmak, barış ve kardeşliği, birlik ve beraberliği ön planda tutabilmek, vatanını, milletini canından daha çok sevmek, vatanının, milletinin özgürlüğünü savunmak için severek düşmana karşı koyabilmek ve savaşabilmektir.
Türk Milleti; Çanakkale Savaşlarında, Kurtuluş Savaşımız da Emperyalist düşmanlara göğsünü siper ederek vatanımızı canlarını vererek, kanlarını dökerek korumuşlardır. Bizler eğer Cennet vatanımız Türkiye’mizde hür ve huzur, mutluluk içinde yaşıyorsak bu vatanımız için canlarını seve seve veren şehit ve gazi olan atalarımız sayesinde yaşıyoruz. Bunu unutmayalım.
Saygı değer Vatan Şairimiz Mehmet Akif Ersoy Çanakkale’de Şanlı Türk Ordumuzun büyük mücadelesini “Çanakkale Destanı” şiirinde şöyle anlatıyor
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd (toplanma) ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi? Hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşıda,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkıyla sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden saikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.
Yorumlar
Kalan Karakter: