ABD GÜVENİLMEZDE,RUSYA NE KADAR GÜVENİLİR?
Değerli gönüldaşlarım
İçinde bulunduğumuz şu günlerde Türkiye’nin siyasetinin BARIŞ PINARI hareketiyle NATO müttefikimiz ABD nin sorumsuz politikalarıyla satrancın bir ABD bir RUSYA arasında gidip gelen politikalarını endişe ile izliyoruz. Hangisi daha tercih edilir bizim için ikiside tehlikeli.
Çok temkinli davranmalıyız.
İsterseniz bunları anlamak için geçmişe bir göz atalım.
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in çağrısıyla Kore’ye asker göndermesinin motivasyonu NATO’ya giriş için Batılı ülkeleri ikna etmekti.
Çünkü 1949’da kurulan NATO’nun Türkiye’ye ihtiyacından çok Türkiye’nin NATO’ya ihtiyacı vardı. Ve bunun için ortada, bugünlerde unutulan ama çok haklı bir sebep de vardı;
Kuzey komşumuz Sovyetler…
Osmanlı tarihinin son 200 yılı Osmanlı Rus savaşı ile geçen RUSLAR,büyük tehditti.
Birinde Edirne’yi alıp, 68 km yakınına kadar gelen, diğerinde Yeşilköy’ü alıp, anıt dikecek kadar surlarına dayandıkları İstanbul’u iki kere kuşatan Osmanlı’nın en çok savaştığı ve Türkiye tarihini derinden etkileyen başka bir ‘düşman’ olmadı.
1946 yazında Türkiye, Sovyetler’den gelen tehdit notalarıyla sarsılmıştı. 7 Haziran 1945’de verdikleri ikinci nota da talepleri çok açıktı:
“Kars, Ardahan ve Artvin’i bize bırakın. Boğazlar’da bize üs verin, Trakya sınırınızı Yunanistan ve Bulgaristan lehine yeniden çizin, 1936 Montrö anlaşmasını tedil edin.”
Ruslar Ağustos’ta üçüncü bir nota daha verdiler. Aralık 1945’de Meclis’te bu taleplere karşı kürsüye çıkan, eski Şark Cephesi Komutanı Kazım Karabekir “Eğer, Ruslar yer istemekte ısrar ederse, şüphe yok ki dövüşeceğiz” demişti ama Nazileri dize getirmiş Kızıl Ordu’nun karşısında, İkinci Dünya Savaşı tedbirleriyle çökmüş Türk ordusunun şansı yoktu. İşte o günlerde Türkiye’nin imdadına, İngiltere ile ABD yetişti. 9 Ekim 1946’da iki ülke Sovyet Rusya’ya nota vererek Rusya’dan ileri gitmemesini istediler. Türkiye’nin Batı’ya yaklaşması da bu dayanışmadan sonra hızlandı.
O yüzden 1949’da NATO kurulurken, dışarıda bırakılmak Türkiye’de büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştu.
1950 seçim kampanyasının da önemli gündemlerinden biri NATO üyeliğiydi. Bunu vaat eden Demokrat Parti iktidarı, 11 Ağustos 1950’de NATO’ya ikinci kez üyelik başvurusu yapmış ama bir ay önce BM çağrısıyla Kore’ye asker göndermiş olması bile işe yaramamış ve başvuru bir kez daha reddedilmişti.
Ardından Türkiye, NATO’ya üye olabilmek için yoğun diplomatik girişimler de bulundu.
Ve sonunda ikna edilen ABD’nin öncülüğünde üyelik başvurusu kabul edilmiş, 18 Şubat 1952’de Meclis’te bütün partilerin oyları ve alkışlarıyla Türkiye nihayet NATO üyesi olmuştu.
Türkiye’nin başına bela olmuş en büyük terör örgütlerinin arkasında da NATO değil,Sovyetler ve Ruslar vardı.
Türkiye’nin başına bela olan ilk büyük terör örgütü ASALA, KGB ajanı olduğu ortaya çıkan,Agop Agopyan’a bölgedeki NATO ve İsrail hedeflerine saldırılar düzenlemesi için kurdurulmuştu. Bu saldırılarda kırk iki Türkiye Cumhuriyeti diplomatı hayatını kaybetti.
ASALA bitince ortaya çıkıp büyüyen PKK’nın hikayesinde de “her NATO üyesi ülkeye bir terör örgütü” stratejisi izleyen Sovyet etkisi büyüktü. Öcalan’ın 1979’un mayıs ayında Sovyetlerin Ortadoğu’daki kalesi Suriye’ye geçip, 19 yıl Şam’da kalabilmesi, PKK’nın kendi Kürtlerine kimlik bile vermeyen Esad’ın Suriye’sinde kendine yaşam alanı bulmasının arkasında herhalde Muhaberat aklı değil KGB aklı vardı.
Bugün, Suriye’de YPG’ye desteği yüzünden haklı olarak ABD’yi eleştirirken, Rusya’ya sığınmış Öcalan’a Duma’dan oturma izni çıktığını, ancak ABD’nin baskılarıyla Başbakan Primakov’un Öcalan’ı sınır dışı ettiğini unutmamak gerek.
Rusya’nın, son 40 yılda dünyada Müslümanların en büyük katliamlara maruz kaldığı dört büyük savaşta (Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Suriye) bizzat kendi ordularıyla veya silah vererek ya da BM’de veto hakkını kullanarak katliamların ortağı olduğunu da biraz fazla hızlı unutmuş olabiliriz.
Hadi bunların üzerinden çok zaman geçti. Rusya’nın, daha iki sene önce Suriye’de Rus uçağını düşürülmesinden sonra, Savunma Bakanlığı’nda resmi toplantı düzenleyip, Türkiye’yi ve bizzat Cumhurbaşkanı’nın ailesini IŞİD’le petrol ticaretiyle suçladığı, YPG’ye Moskova’da ofis açtırdığı, bu yüzden hükümete yakın medyanın manşetlerinden aylarca “PKK’ya silah vermekle”, “FETÖ’ye hamilik yapmakla” suçlandığı ne çabuk unutuldu.
Hadi hafıza-ı beşer nisyan ile malul. Peki daha bir yıl önce Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde bir Rus pilotun kullandığı bir Suriye uçağıyla ‘yanlışlıkla” Fırat Kalkanı’ndaki askerlerimizin vurulduğu, üç askerimizin şehit olduğu, yine bu yılın başında El Bab ele geçirilmeye çalışılırken, fazla ileri gidince Türk askerlerini yine ‘yanlışlıkla’ Rus uçaklarının vurup, üç askerimizi daha şehit ettikleri de mi unutuldu?
Darbe ve PKK konusunda haklı olarak ABD’ye kızarken ve ilişkiler soğurken, bir kurtarıcı, tek alternatif gibi Rusya’nın pazarlanması doğru bir seçim olmamalı.
İlişkilerimizi kazan kazan çerçevesinde temkini elden bırakmadan götürmeliyiz.
Türkiye NATO’yla ilgili ya da dış politikadaki yönü hakkında bir karar verecekse, bunu propagandaların etkisinde kalarak ya da konjektürel krizlerin heyecanıyla değil, kendi inisiyatifiyle ve bütün bu tarihsel arka planı ve üzerinde durduğu dengeleri düşünerek vermelidir. Velhasıl NATO dün olduğu gibi bu günde lazımdır. Bizde NATO’ ya lazımız.