Kutsal metinler, peygamberler eliyle insanlığa ulaşmış vahiy ürünleridir.
Bu metinler, hangi peygamber tarafından tebliğ (ulaştırılmış) edilmiş olursa olsun, tahrif edilmedikleri sürece (bile bile asl’ı değiştirilmediği sürece) gerçeği katıksız ve pürüzsüz bildiren Allah buyruklarıdır. Çünkü bu buyruklar, mutlak gerçeğin insana iletildiği bilgilerdir. Hayatın, insanın, varlık ve oluşun nasıl izlenmesi ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bizzat Yaratıcı’nın ışığıyla önümüze koyarlar.
Kutsal metinler, büyük kısmı ile çok boyutlu anlam taşıyan metinlerdir. Bu durum onların hem evrenselliklerinin, (Bütün insanlığı ilgilendiren) hem de gerçeği bilimden önce haber verişlerinin zorunlu bir sonucudur. Aynı zamanda kutsal metinler sembolik bir dil kullanırlar. (Duygularla algılanamayan kavramlar algılanabilir bir hale getiren somut bir dil)
Sembolik dil kullanma ahlak ve ibadet alanında ( Kur'an-ı Kerim bu alanlara MUHKEMAT alanı diyor) gerekli olmayabiliyor. “Kendin için istediğini komşun içinde iste” buyruğunun veya “Allah'a yalvar” emrinin sembollerle ifade edilmesine ihtiyaç yoktur. Ama söz insan hayatının karmaşık İlişkiler alanına veya varlık yasalarına, evrenin seyrine, doğanın işleyişine geldiğinde durum aniden değişmektedir. Hitap edilen insanın tek özelliği “Allah'ın kulu” olmasıdır; Bilgin veya Münevver olması değil. Din bunların tümüne hitap eden bir rahmet kurumudur. O halde, insana öyle hitap etmelidir ki, herkes yaşadığı zaman ne olursa olsun hitaptan yararlanabilsin. İşte insanların bu hitaptan yararlanabilmeleri için Allah (c.c), kelamı çok boyutlu, iç içe manalar taşıyan izafilikleri “kişiye, konuya manaya göre değişkenliği olan kavramları veya görecelikleri” bol olan bir kelam halinde göndermektedir. Böyle bir kelamda sembolik ifadeler büyük bir yekûn tutacaktır. Kur’an-ı Kerim, kutsal metinlerin bu olmazsa olmaz özelliğine şu ifadelerde değiniyor;
“Kitabı sana indiren O’dur; O’nun ayetlerinden bir kısmı’muhkemdirler’ ki; Onlar kitabın anasıdır. Diğer ayetler ise ‘müteşabihlerdir’ (muhkem: kesin olarak hüküm veren ayetlerdir. Müteşabih: manası kapalı olan anlaşılması için incelenmeye araştırılmaya ihtiyaç duyulan ayetlerdir.) Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik, bozukluk bulunanlar; fitne aramak, onun teviline (Bir sözü veya bir davranışı görünür anlamından çekinip, başka bir anlamdaymış gibi göstermeye çalışmak.) Öncelik tanımak için kitabın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir. Bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar O’na İnandık hepsi Rabbimizin katındadır” derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünülemez.” (Ali İmran:7)
“ Allah sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürkerir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah'ın Zikri/Kur'an'ı karşısında yumuşar. Bu Allah'ın, kılavuzudur ki, onunla dilediğini/dileyeni hidayete erdirir. Allah'ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur.” ( Zümer:23)
İzafilik (kişiye, konuya mantığa göre değişkenliği olan kavramlar bütünü) sürekli değildir. İnsan kendisini bilgiyi yönünden geliştirdikçe ve bilim fetihlerini arttırdıkça izafilik, ya tamamen veya büyük kısmı ile bitmektedir. Kutsal metinleri muhkem olmayan kısımlarını izafilikten kurtarıp anlamak, onların dilini bilimin diline çevirmekle mümkün olur. Eski çağdaki insanlar bunu yapacak güçte değildi: çünkü bilimler oluşmamıştı. Bilimlerdeki oluşum ve kurumlaşma geliştikçe din dilinin sembolik ifadelerinin (duygularla algılamayan ifadelerin algılanabilir bir hale getiren somut ifadeler) bilim dilindeki karşılıklarının veya paralelliklerinin tespit edilmesi kaçınılmazdı. Bu kaçınılmazın yerine getirilmesi din alanını tabular ve bazen de anlamsızlıklar alanına dönüştürdü.