Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim-i öğrenen ve öğreteninizdir.” demekle bize yaşadığımız sürece kendimize ve diğer insanlara nasıl hayırlı olabileceğimizi çok güzel bir şekilde ifade etmiş bulunmaktadır.
Peygamberimizin en büyük mucizelerinden olan Hak Kitabımız Kur’an-ı Kerim, hiç şüphesiz ki benzeri meydana getirilemeyen bir belağat harikasıdır. Kur’an’ın bildirdiği şeyler gösterdiği yollar, ihtiva ettiği hükümlerin hepsi birer hakikattir. Birer feyiz ve selamet kaynağıdır ve aynı zamanda birer hikmet ve maslahat hazinesidir.
Bir yağmur farz ediniz ki, yeryüzünün her tarafına yağmış bulunsun. Fakat her yer bu yağmurlardan aynı surette istifade edememiş, yerin bazı kısımları güzel bir kabiliyette bulunduğu için bu yağmurdan pek fazla istifade etmiş ve bu sayede üzerinde nimetler, otlar, rengârenk ağaçlarlar meyveler bitmiş, renk renk çiçeklere açılmış, sinesinde biriken sulardan çeşmeler, ırmaklar çağlamış, insanların ve diğer mahlûkatın istifadesine hizmet edip duruyor.
Yerin bazı kısımlarında da bitki yetişmediğinden, üzerinde bitkiler ağaçlar çıkmamış. Ancak zemini müsait olduğundan yağmur sularını sinesinde tutmuş, içerisinde su hazineleri oluşmuş, neticede o latif yağmurdan başkaları istifade edemiyorsa da kendisi istifade edebiliyor.
Yerin diğer parçaları ise hem bitki verme kuvvetinden mahrum hem de zemini müsait olmadığından ne üzerinde otlar, ağaçlar bitiyor ne de sinesinde su kaynakları meydana geliyor. Kâinatın diğer kısımlarına hayat veren o yağmurlardan ne kendisi ne de başkaları istifade edebiliyor. Yani kendisine de başkalarına da hayrı olmuyor.
İşte Kur’an-ı Kerim de tabiri caizse hiç şüphesiz ki bu yağmur gibidir. Bu kutsal kitaptan insanların bir kısmı nasibini almış, bu kitabı hem kendisi anlamış hem de başkalarına anlatmış, bundan hem kendisi istifade etmiş hem de başkaları ondan istifade etmiş.
İnsanların bir kısmı da bu ilahi kitaptan yeteri derecede feyiz almış ve bundan kendisi istifade edebilmiş, bunun yanında başkalarına da faydası olmuştur. Şüphe yok ki bu iki kısımda kurtuluş ehlindendir. Bunların zihinleri Kur’an’ın nurlarıyla nurlanmıştır.
İnsanların diğer bir kısmı kalıyor ki, bunlar selim fırsatlarını kaybettiklerinden Kur’an’dan asla nasibini alamamışlar, bu ezeli hidayet pınarından ne kendileri istifade edebilmişler ne de başkalarına faydaları dokunmuştur. Bu sebeple bunlar kurtuluştan, huzura kavuşmaktan mahrum kalmışlardır.
Şurası unutulmamalıdır ki, Çorak yerde asla bitmemiştir menekşe, lale ve gül ve benzeri şeyler. Bu yerlere yağmur neylesin.
Daha teferruatlıca sözlere ne gerek var ki? Allah dostlarında Yunus Emre (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor:
“KİM Kİ KUR’AN BİLMEDİ,
SANKİ BU DÜNYAYA GELMEDİ.”
İşte bu kısa ve sözler bizi belirli bir şekilde düşünceye sevk edebiliyorsa, herkes de değil, birilerinde en azında 180 derecelik bir dönüş sağlayabiliyorsa bizler de sevap kazanmışlar zümresine dâhil olabiliriz değil mi?
Rabbim, cümlemizi Yüce Kitabımız Kur’an’la her dem haşır neşir olanlardan eyleyerek onun abu hayat pınarından kana kana içmeyi nasip eylesin. Âmin.