“Bir çocuğun en büyük düşmanı, çocuk daha küçükken onun kalbine Allah, Peygamber, sevgi, saygı, muhabbet, birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma ve cömertlik duygu ve düşüncelerini çocuklarının kalbine yerleştirmeyen ana-babadır.” Hz. Ebubekir (r.a.)
Bugün sevgili okuyucularıma neyin, nasıl ve nereye davet edileceğiyle ilgili yıllar önce yaşanmış bir hayat hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Her kıssada bir hisse vardır derler ya! Rabbim okuyanlardan, anlayanlardan ve birilerine anlatanlardan eylesin. Bu durumda bir nevi tebliğ metodu değil mi? Zaten Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘de: “Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olandır.” Demiyor mu?
Hiç şüphesiz ki insanın varlığı ve yaşaması Allah’ın elindedir. Çünkü erekli ihtiyaçları O karşılamaktadır. Yaşanılan hayat süresince meydana gelebilecek bütün tehlike ve zararlarından koruyacak olan hiç şüphesiz ki Yüce Allah’tır. Yüce Allah her bir insanı eşrefi mahlûk olarak yaratmış ve her şeyi onun emrine vermiş bulunmaktadır. Bütün bunların karşılığında Yüce Allah yarattığı kulunun kendisine kulluk yapmasını istiyor. Kendini bilen insan yalnızca Yüce Allah’a kulluk etmeli ve yalnızca O’ndan yardım dilemelidir.
Yıllar önce bir kadın evinde dışarı çıkar ve uzun beyaz sakallı üç tane yaşlı adamın evinin önünde oturduklarını görür. Onların daha önce hiç görmemiştir. Hiç görmemiş olmasına rağmen:
-Ben sizi tanımıyorum aç olmalısınız, der. Lütfen içeriye girin size bir şeyler ikram edeyim.
-Evin erkeği içeride mi? Diye sorarlar adamlar.
-Hayır, der kadın. O dışarıda.
-Öyleyse içeri gelemeyiz, o gelince bize haber ver, diye cevap verirler.
Akşam olup kadının kocası eve geldiğinde, kadın başından geçenleri kocasına anlatır.
-Git onlara söyle ben evdeyim içeri gelebilirler, der.
Kadın dışarı çıkar ve onları içeriye davet eder.
-Hepimiz aynı anda içeri giremeyiz, der yaşlı adamlar.
Kadın öğrenmek ister ve der ki:
-Niye giremezsiniz?
Yaşlı adamlardan bir tanesi açıklamaya çalışır:
-Onun adı Zengin, der ve bir arkadaşını gösterir ve bir diğerini işaret eder:
-Onun adı da Başarı, ben ise Sevgi’yim. Sonra ekler:
-Şimdi içeri gir de kocanla konuş, hangimizi evinizde misafir etmek istersiniz?
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam karısının söylediklerini işitince neşelenir.
-Ne güzel! der, Madem öyle zengini içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun.
Karısı itiraz eder;
-Canım, niçin başarıyı çağırmıyoruz?
Bu sırada konuştuklarını evin diğer köşesinde bulunan çocukları duyar. İçlerinden en büyüğü zıplayarak gelir ve kendi fikrini söyler.
-Sevgiyi çağırsak daha iyi olmaz mı? Böyle olursa evimiz, yüreğimiz sevgiyle dolar.
-Kızımızın önerisini dikkate alalım, der adam karısına.
-Dışarı çık ve Sevgi’yi bizim misafirimiz olması için davet et.
Kadın dışarı çıkar ve üç yaşlı adama sorar:
-Hanginiz Sevgi? Lütfen içeri gelsin ve bizim misafirimiz olsun.
Sevgi ayağı kalkar ve eve doğru yürümeye başlar, diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler, kadın şaşırmış bir şekilde Zengin ve Başarı’ya sorar:
-Ben sadece Sevgi’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
-Eğer Zengin’i ya da Başarı’yı davet etmiş olsaydınız diğer ikisi dışarıda kalacaktı, ama sen Sevgi’yi davet ettin, o nereye giderse biz de oraya gideriz, onu hiçbir zaman yalnız bırakmayız. Unutmayın ki hiç şüphesiz nerede Sevgi varsa, orada Başarı ve Zengin’lik vardır. Yolun, yolcunun başı, önderi Sevgi’dir. Sevgi nereye giderse onun ardından Zengin’lik ve Başarı gelir.
Hal böyle olunca günümüzde anne ve babalara düşen en önemli görev çocukları daha küçükken onların kalplerine SEVGİ’yi nakşetmek olmalıdır. O küçücük kalplere Sevgi nakşedilince onun ardından Zengin’lik ve Başarı gelecektir. Şurası da hiçbir zaman unutulmamalıdır ki bir kalpte YA SEVGİ vardır, Ya da NEFRET vardır. Bu ikisinin bir arada bulunması mümkün değildir. Rabbim cümle Ümmeti Muhammed’in (cümle anne ve babaların) çocuklarına daha küçük yaşlarda kalplerine SEVGİ’yi nakşetmemizi nasip ve müyesser eylesin ki Yevmi Kıyamette Cenab-ı Allah cümlemize cennetiyle müşerref olanlardan eylesin. Âmin.