Gurur, kendi aklını kendi benliğini ve kendi kuvvetini her şeyin üstünde görmektir.
Kendi aklına inanan ve güvenenlerin dağ gibi sağlam görünen bilgileri kendilerine tuzak olmuştur. Yem peşinde koşan ve ele avuca sığmayan kuşun ökseye tutulması gibi onların da bilgileri kendi yollarını kesmiştir.
Hakkın fazlına ( Allah’ın çok yönü lütuf ve keremi), onun kudret ve yüceliğine karşı, kibir, gurur ve azamet değil, yanık gönül yıkık boyun gerekir. Yoksa gurur nice bilgiçleri maskara etmiş nice sihirbazları kendi büyülerinin karanlığına gömmüştür.
Allah’ı ancak kendi vicdanlarında his ve idrak edenler ve kendi gönüllerinde ışıldar bulanlardır. Ki onu bilmenin onu bulmanın sırlarına ererler.
Anlaşılan bu ki, yaratılıştan bu yana Allah’ı bilmenin hakka ve hakikate varmanın tek yolu, yine aşk yoludur. Bir kelime ile gönül yoludur.
Güzel yüzlü Zühre’nin karşısında hikmet ve adalet vazifesini unutan “Harut” ve “Marut” gibi ki bunlar beden ülkesinde (Dünya da) Allah tarafından adaletle vazifeli gönderilmiş iki melek iken, gururlarının ve şehvetlerinin kendilerine taktığı çelme ile baş aşağı düşerek nefis ve tabiat kuyusunda öylece asılı kalmışlardır.
Zühre yıldızı güzellik ve parlaklık timsalidir. Düşünenler, onun işlediği günahtan utandığını ve utandığı için de Allah tarafından bağışlanarak “Zühre Yıldızı” haline konulduğunu söylerler. Hikâye şöyledir:
Zühre aslında çok güzel bir kadındır. Kocasıyla geçinemediği için o vakitler yeryüzünde hâkimlik yapan “Harut” ve “Marut” isimli iki meleğin huzuruna çıkıp erkeğinden davacı oldu. Fakat meleklerin ikisi de onun güzelliğine vuruldular. Melek olduklarını hele hâkim olduklarını onu kendileriyle beraber olmaya çağırdılar. Kadın bu meleklerin arzularını kabul etmek için bazı şartlar koştu. Onlardan, taptığı puta tapmalarını istedi; kocasını öldürmelerini istedi. Ve onlara şarap içmelerini istedi. Melekler puta tapamaz; insan öldüremezlerdi. Fakat üçüncü şartı kabulde bir behis göremediler. Şarap içince sarhoş olunca güzel kadının ilk iki şartını yerine getirdiler. Kadın daha illeri giderek meleklerin göğe çıkmaları için okudukları “ism-iAzam’ı” da onların ağzından aldı. Bu ismi söyleyerek gökyüzüne yükseldi. Allah (c.c) dan özür dilemiş olmalı ki Allah (c.c) onun suretini bir yıldız şekline sokarak onu “Zühre yıldızı” yaptı. Yeryüzündeki günahkâr melekleri de kıyamete kadar “Babil Kalesi’nde” Baş aşağı durmaya mecbur ve mahkûm etti.
Hakikatte bu hikâyenin melekleri “harut” ile “Marut” “ruhu” ve “kalbi”temsil ediyorlardı. Bunlar adaleti yerine getirmek ve batılı gidermekle vazifeli idiler. İnsan bedenine gelmelerindeki hikmet ve vazife bu idi. Fakat onlar karşılarına çıkan çekici ve akıl l çelici dünya Zühre’sinin güzelliğine kapıldılar. Ona ibretle değil şehvetle baktılar. Onun sunduğu akıl giderici şaraptan içtiler; ona müptela oldular bu yüzden içtikleri” gaflet şarabı” ile kendilerinden geçtiler ve her türlü günahı işleyecek hallere düştüler. Neticede en “ulvi âlemden” en “aşağılık âleme” yuvarlanıp azaba uğradılar. “ruh ulvi” olmakla yüceliklere, nefis “süfli” (aşağılık) olmakla “efsele” (aşağının aşağısı) meyledecektir. Ruhun seni mana âlemine götürmek emelinde iken senin böyle ulvi bir ruhu aşağılık vücut bağlarıyla topraklara bağlanman neye?
İnsanlar meleklerin bile kıskandıkları bir “AHSEN-İ TAKVİM” üzere yani Allah (c.c.) tarafından en güzel ölçülerde en üstün şekil ve tertip içinde ilahi bir siret üzere yaratılmışlardır. İnsanların hakikati ve bu yüceliği bundandır. Sen ise bir nur âlemi için yaratılmış insanı “dünya kirleri ve vüolut hevesleri “ karanlığına gömerek insandaki hakikati, hayvandaki sıfatlara çeviriyorsun. Allah (c.c) yunus suresinin 44.ayet’inde şöyle buyuruyor: “şüphesiz Allah insanlara zerrece zulüm etmez. Ancak insanlar kendilerine zulüm ederler” hayırlı cumalar dilerim.
Mesnevi HZ. Mevlana-532-543.Beyitler.