Hz. Mevlânâ bir Türk mutasavvıfıdır. 30 Eylül 1207 yılında, bugünkü Afganistan sınırları içerisinde kalan Horasan Türklerine ait Belh şehrinde doğmuştur. Hz. Mevlânâ bir Türk’tür, şu beytiyle kendi milliyetini ifade gösteriyor:
"Ben, beni bu yerin yabancısı sanmayın. Ben sizin memleketinizde kendi evimi arıyorum. Her ne kadar düşman yüzlü görünüyorsam da değilim. Gerçi Acemce söylüyorum ama aslım Türk'tür."
Hz. Mevlânâ'ya göre ilmin, ruhun (lisanın) dili yoktur. Hatta ilim ve irfan noktasında din ve milliyet ayırt edilmez. Bunu içinde bir dörtlüğünde yüksek bir irşat (bilgilendirme) kaynağı olan dergahından (kapısına, meclisine) herkesi şöyle davet ediyor:
"Gel, gel, ne olursan ol gel. Kâfir isen de, ateşperest ya da putperest isen de yine gel. Bizim kapımız, ümitsizlik dergâhı (kapısı) değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel."
Hz. Mevlânâ'ya göre ruh, ilim ve akıl ile vardır; ruhun Arapça ya da Türkçe ile işi yoktur.
Hz. Mevlânâ bir mutasarrıftır. Tasavvuf ilmi, sonradan kazanılmaya bir delile, (yol göstericiye) ihtiyaç duyulmadan kalbe doğuveren yani hal (keyfiyet-durum) yoluyla, gelişen bir marifet ve ilim olarak kabul edilir. Hz. Mevlânâ, der ki;
"Allah'ım, biz yokuz, bizim varlıklarımız da yoktur.Sen, fâni şekiller gösteren bir Vücûd-u Mutlaksın." Vücûd-u Mutlak, kendisiyle var olan, başkasına ihtiyaç olmayan demektir.
Hz. Mevlânâ Filozof mudur?
Hz. Mevlânâ'nın filozof olup olmadığı sorusu akla gelebilir. Felsefe ve tasavvuf, gerçeğe ulaşma amacını taşır. Fakat felsefenin yolu akıl iken, tasavvufun yolu akıl yoluyla gerçeğe ulaşmaktır. Tasavvufta aklın üstünde kalbi doğuş ile gerçeğe ulaşmaktır. Bu gerçeğe ulaşmada ilahi yolda yürümekle olur.
Hz. Mevlânâ, şöyle söyler:
"Felsefeci, akla bağlanıp kalmıştır. Mutasavvıf ise (sufi), akılların baş süvarisi olarak akıp gitmektedir. Filozofların ayağı ağaçtandır; ağaç ayak temkinsizdir, çürüktür.”
Yani bu ayakla hedefe varılmaz. Alt-üst, ön-arka tenin vasfıdır. Bizzat ruşen (apaçık) aydınlık olan can tarafsızdır."
Arif olan bir insan için ön arka olmaz. İnsan, özelliklerinin belirli bir hududundan ve cesedin (vücudun) yoğunluğundan kurtularak büyük bir hürriyet (serbestlik) içindedir. Ariflerin sireti (durumu-şekli) toprak üzerindedir, yani yeryüzündedir. Fakat canı ruhu mekânsızlıktandır.
Hz. Mevlânâ Şair midir?
Avrupa edebiyat tarihçileri ve bazı İslam düşünürleri, Hz. Mevlânâ'ya şair gözüyle baksa da Mevlânâ, şiir hakkında şöyle der:
"Harf, ses, söz gerçeğe örtü olan birer şekildir. Sana ulaşmak için bunların üçünü de attım. Şeklin şiir ne oluyor ki ben ondan söz edeyim. Benim başka fen ve hünerim vardır ki o şairlerin feninden başkadır
Şiir, vezin ve kafiye endişesi içinde olmamalıdır. Mesnevi, manadır; “fa'ulün fa'ilâtün” değildir. (yani kafiye değildir)
Yorumlar
Kalan Karakter: