Hz.Ali, savaşta bir düşman askerini yere sermiş, kılıcını çekip üstüne yürümüş ve ona kılıcını vuracağı sırada o mağlup düşman askeri peygamberlerin ve velilerin iftiharı olan Hz.Ali’nin yüzüne tükürdü. Tükrük, ayın bile baş eğdiği ay gibi güzel ve mübarek yüzüne geldi. Ali, Allah yolunda gaza da idi; yere serdiği kâfir askerinin başını gövdesinden ayırmak Allah’ın aslanı Ali için içten bile değildi.
Böyle olduğu halde Hz.Ali birden biri durdu ve düşmanı öldürmekten vazgeçti. Düşman askeri bu harekete ve bu yersiz merhamet ve affa şaşırıp kaldı.
Dedi ki: “Üzerime keskin kılıcını çekmiş başımı kesmek üzere iken birden ne diye durdun? Ne gördün ki senin hışmın gibi bir hışım yatıştı; bir şimşek çaktı ve hemen söndü? Gözlerinin önünde nasıl bir nur yandı ki ben karanlıkta kaldım? artık beni görmez, göremez oldun?
Yâ Ali! söyle bir vuruşmanın en muzaffer ânında sana görünen ışık hangi iman nurudur? Bütün yaratılmışlardan üstün candan da sevgili nasıl bir şey gördün ki bana canımı bağışladın?
Sen kahramanlıkta Allah’ın aslanısın fakat lütufta, büyüklükte nesin? Nerdesin? Hangi ölcüdesin? bunu kavramaktan acizim.
Musa’nın bulutu mucizesi, nasıl “Tih Çöl’ünde”, bir vaha bir bereket ve yeşillik gölgesi yaratmışcasına eşi görülmemiş nimetler saçmış ve semadan ekmek yağar olmuşsa, tıpkı bunun gibi senin de mürüvvetin boğazına, Ali’nin kılıcı dayanmış bir mağluba hayatını bağışladı.
Bulutlar buğday verir; onu insanoğlu emeğiyle, pişirir ve bal gibi tatlı hale getirir. Ama Musa’nın bulutu öyle değildir. O, Allah’ın rahmeti kanadını yeryüzüne açtı mı Kur’an-ı Kerim’de buyrulan (Bakara 57; Arâf 160) mucizeler görülür.
Mûsa, mucizesiyle, nasıl bir Allah’ın peygamberi olduğunu gösterdi. Musa’nın kavmi böylece tam kırk yıl nimetlendiler.
Mûsa’nın kavmine hem de Tih Sahrası’nda gökten kudret helvası yağdı. Ancak bu kavim tek yemekten bıktılar. Daha başka nimetler meselâ pırasa, tere ve marul istediler. İmkânsızı mümkün kılan Allah, dileseydi onlara bunları da verirdi. Fakat Allah’larına şükredecekleri yerde yalnız midelerini düşünenlere Allah yine gazabını gösterdi. Yeniden uçsuz bucaksız susuz ve bulutsuz çölllerin azabına düştüler.
Gelmiş geçmiş ümmetlerin en faziletlisi olan Muhammed ümmeti için Allah’ın her türlü nimetleri kıyamete kadar bâki ve ebedi olacaktır.
Allah’ın Resulü Hz.Muhammed: “Ben Rabbimin yanında gecelerim... Rabbim beni doyurur, bana su verir.” dedi. Hz.Muhammed’in bu sözü söylemekten maksadı, ebedi ve mânevi gıda idi. Allah’ın türlü tecellileri ve gayp âlemindeki nûrunun akisleri, Hz.Muhammed’in ruhunu herhangi bir maddi gıdaya ihtiyaç duymayacak ölçüde besliyordu. Bu öyle leziz bir gıda ve öyle kandırıcı bir ebedi hayat suyu idi ki ondan ancak Hz.Muhammed ölçüsünde bir peygamber tadardı.
Ruhu Allah tarafından doyurulan insanın, yeryüzü gıdalarına karşı boğazına kadar doymuş olacağını anlayacak ve buna inanacaksın.
Seni böyle bir tat almatan mahrum edecek tek yol bu hakikate başka mânâ verme isteğidir. Çünkü böyle bir başka mânâ vermek isteyen kişi gerçeği yanlış görür ve Hakk’ın ihsan ve rahmetini geriye çevirmek durumunda kalır.
Yanlış düşünce yorum yolu (bilerek veya bilmeyerek) bir kere açıldımı artık cihanda doğru kalmaz. Yanlış yorumlara cüz’i akıl sahibi kişiler sapar. Halbuki cüz’i akıl, gerçekleri bilmeye sahip değildir. Külli akıl, yani doğruyu gören akıl gerçek ve büyük akıldır. Toplumları huzura ve mutluluğa kavuşturur.
Eğer yanlış yorumlamaya meraklı isen bir hakikate mutlaka başka mânâ vermek illetinde isen önce anlamadığın hakikati görmeye çalış ve önce kendi kendini yorumla.
Hz.Mevlânâ
MESNEVİ-3721-3745. Beyitler.