NİYE SABAHIN YEDİSİNDE?
Bir Cumartesi sabahının saat yedi buçuğunda bir annenin, bir eşin, küçücük çocuklarının feryatlarıyla uyanmak nedir bilir misiniz?
Bunu da bırakın, sabahın köründe kapınızı açtığınızda karşınızda polisleri görmek nedir bilir misiniz?
Ve bunun sonucunda başına silah sıkarak intihar eden babanızı/eşinizi/oğlunuzu…
Bu travmanın ne olduğunu bilir misiniz?
Mahkeme kararıyla polise verirsiniz adresi, gidin şu adamı yakalayın, getirin dersiniz? Polis nedenini sormaz bile… Çünkü yakalama emrinin nedeni onun görev alanının dışındadır.
Polis kendisine verilen yakalama emrini yerine getirir…
Hele bu teröristse gecenin en kör, en ölü saati seçilir ki mukavemet gücü olmasın.
Hele bu teröristse su uyur düşman uyumaz diyerek polisinize çelik yelek giydirir, daha başka tedbirleri alırsınız.
Ama ya karşınızdaki terörist değilse?
Ya cinayet işlemekten hiçbir an imtina etmeyen katil de değilse…
Veya borçlarını ödemeye çalışan esnaf ise… ?
Borçlarını ödeyememişse, ödeyeceğim diye taahhütname imzalamış ama ödeyememişse, bunun için de yakalama emri çıkmışsa…
Bunun evine kaçta gidersiniz…?
Ya da dükkânı varsa, işyerine gidip geliyorsa dükkanına değil de evine niye giderseniz?
En basit haliyle “Kaçırmamak için” gidersiniz…
Eyvallah.
Ama bu gidişinde bir zamanı olmalı…
Psikolojisi olmalı.
Adam işinin gücünün başında, hem de kaçmayı düşünmeyecek, aklına ucuna getirmeyecek kadar işinin gücünün başında ise…
Bu sosyal medya var ya bu sosyal medya…
Aslında kendini ihbar merkezidir…
Ercan komşum da kendini ihbar etmiş…
Ben yoruldum hayat demiş, yorgunluğunu şarkı ile ifade etmiş…
Kimseye görevinin inceliklerini öğretecek değiliz ama hayata yorgun arlı bir adamın evine kaçmasın diye yakalamak için sabahın yedisinde giderseniz neler yapabileceğini de iyi hesap etmek gerekir…
Böyle yorgun bir adamın evine giderken illa kaçacağını düşünmeyip, sizi kurşun yağmuruna tutacağını düşüneceğiniz gibi, kendisini balkondan atabileceğini düşüneceğiniz gibi, kafasına dayayacağı silahla da sizi karşılayabileceğini düşüneceksiniz…
Yatak odasında başına silah dayayan Ercan’a muhtar yalvarmış, polis yalvarmış, ailesi yalvarmış… Başındaki silahı çekmesi için ikna etmenin her yolunu denemişler… Hatta muhtar kucağındaki küçük çocuğunu gösterip etme Ercan’ım hiç olmazsa şu bebeye acı, yetim bırakma bile demiş…
Ercan borçlarını ödeyememenin psikolojisi ile bi dakika üzerimi değiştireyim deyip yatak odasına girmiş, eşinin hazırladığı kahvaltıya çağırdığı anda ev halkının ve görevlilerin önünde sıkmış beynine…
Oysa hiç değmezdi… Çünkü kazanan kendiydi… Piyasalar düzelince yine kazanırdı… İtibar para değildi… İnkar etmedikten sonra borçlarını ödeyememek de itibarsızlık değildi…
Ama… Hayat onu öyle bir yormuş ki tekrar kazanabileceğini, ölü bir baba olmaktansa çocuklarının başında iflas etmiş bir baba olarak kalmanın bile zenginlik olduğunu düşünemeyecek psikolojide yormuş…
Bütün mahalle efendiliğiyle bilinen Ercan’ın arkasından yas tutuyor. Mahallede ölüm sessizliği ile birlikte bütün mahallelinin birbirine sorduğu; “Kaçmamış ki… Ailesinin başında, işinin gücünün başında… Yeri yurdu belli… Terörist değildi, anarşist değildi? Niye bu saatte? Niye sabahın yedisinde? Niye dükkânında değil de evinde? Niye yatakta olduğu saatte?” sorularının cevapsızlığının da sessizliği var…
Yorumlar
Kalan Karakter: