Gün içinde elimiz farkında olmadan telefona gidiyor. “Bir bakayım kim ne paylaşmış…” derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Kimi zaman gülmek için, kimi zaman bir şeyler öğrenmek için girdiğimizi sanıyoruz ama parlak filtrelerin, süslü cümlelerin, gülen yüzlerin arasında kendimizi sorgularken buluyoruz:
“Ben neden böyle hissetmiyorum?”,
“Ben neden onun gibi görünmüyorum?”,
“Ben neden bu kadar mutlu değilim?”
Ama gerçekten öyle mi? Biliyorum klişe bir konudan bahsediyorum ama klişe olması bazı gerçekleri değiştirmiyor. Sosyal medya bir vitrin. Hepimizin hayatından sadece en cilalı karelerin sergilendiği bir alan. Kimse o vitrinin arkasındaki dağınıklığı, gözyaşını, öfkeyi, kırgınlığı paylaşmıyor. O yüzden karşılaştırmalar aslında hep adaletsiz. Sen kendi tam halini başkasının seçilmiş bir anıyla kıyaslıyorsun. Üstelik her gün, defalarca... Ve belki de sanıyorsun ki sen “normun” dışında kalmışsın.
Hayat bir yarış değil. Bu bir performans gösterisi değil. Hayat, sadece gösterildiği gibi yaşanmıyor.
Peki, sosyal medya karşısında ne yapalım?
Tetiklendiğin ve kötü hissettiğin anlar için zihnine küçük bir not bırak: Beğeniler senin değerini belirlemez. Paylaşmadığın anlar da senin hayatının en güzel parçaları olabilir. Gördüğün şeyler resmin tamamı değil.
Kendinle kurduğun bağı, başkalarının hikayeleriyle kıyaslayarak zayıflatma.
Ara sıra uygulamayı kapat, pencereyi aç. Derin bir nefes al ve gökyüzünü izle. Doğaya çıkıp toprak anadan çıkan çiçeklere bak. Kiminin 5 yaprağı var kiminin 6... Kiminin rengi sarı kiminin beyaz... Tüm çiçekleri farklılıklarına rağmen güzel görebiliyorsun aslında.
Başkalarının hayatlarına değil, kendi duygularına göz atmayı dene. Ne dersin yapabilecek misin?
Seda İşisağ
Uzm. Psikolojik Danışman
Yorumlar
Kalan Karakter: