İÇİMİZDEKİ ÇOCUK
Bir zamanlar dünyaya gözlerimizdeki o benzersiz ışıkla baktığımız günleri hatırlıyor musunuz? Küçük bir oyuncağa bile sevinçle baktığımız, en basit şeylerden bile büyük mutluluklar duyduğumuz zamanları… O günleri unutmak, içimizdeki ışığı da yavaş yavaş söndürmek demek aslında. Ama inanıyorum, o ışık hâlâ içimizde bir yerlerde yanmaya devam ediyor.
Bazen bir şarkının nakaratında, bazen ansızın burnumuza dolan bir kokuda… O çocuk hâlâ orada. Belki artık o heyecan biraz buruk, belki gülümsememiz eskisi kadar büyük değil ama yine de varlığını hissettiriyor.
Büyümek, bir yanıyla da içimizdeki çocuğu susturmak anlamına da geliyor. En saf, en masum hâlimizi bir kenara bırakıyor, dünyaya artık o ışıkla bakamaz hâle geliyoruz. Sorumluluklar omuzlarımıza ağır bir yük olurken, içimizdeki çocuğun sesini duymamak için kulaklarımızı kapatıyoruz. Kendimizi o karanlığa, gürültüye teslim ediyoruz.
Peki, büyümek gerçekten benliğimizi kaybetmek mi demek? Her gün yeni bir tecrübe, yeni bir bilgi ediniyoruz. İnsan kaç yaşında hissediyorsa aslında o yaştadır. Zamanın izleri yalnızca bedenimizde belirir. Eğer içimizdeki çocuğa izin verirsek, karanlık biraz olsun aydınlanır. Çünkü vücudumuzdaki yorgunluk, ruhumuza ilmek ilmek işleniyor. Ve bazen başkalarına yalnızca bir su birikintisi gibi görünen şeyler, bizim için koca bir deniz olabiliyor.
Belki de içimizdeki çocuğu susturmaya çalışmak yerine onunla yeniden tanışmalıyız. Çünkü o ses, sadece bize saf ve masum hâlimizi değil, heyecanımızı, benliğimizi de hatırlatıyor. Bazen onu duymakta zorlanabiliriz, ama bir anlık durup her şeyi bir kenara bırakıp gerçekten dinlersek, o ışık yeniden etrafımızı aydınlatmaya başlar. Eğer hayatı bir denize benzetirsek, asıl mesele o denizde kaybolmak değil; yüzmeyi öğrenmektir.
Yorumlar
Kalan Karakter: