Değerli okuyucularım. Bugünkü yazımızda, Hakk’a yürüyüşün 43. yılı münasebetiyle merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan (v. 30 Eylül 1978) Hocamızı, kısaca hayatından söz ederek ve “Kuğular” adlı metnini sizlerle paylaşarak hayırla yâd etmek istiyorum.
Divan edebiyatı araştırmacısı, akademisyen, şair ve yazar Ali Nihad Tarlan 1898’de İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Manastır’da yaptı ve burada Askerî Rüşdiye’ye devam etti. Selanik’te Fransız Mektebi’nde okudu. İstanbul’da Vefa Sultanisi’nden, İstanbul Dârülfünu’nun Farsça, Fransızca bölümlerinden ve Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakülteden doktora payesini alan Tarlan, çeşitli sivil ve resmi okullarda Fransızca, Farsça ve Edebiyat hocalığı yaptı. Şeyhî Divanını Tedkik adlı çalışması ile Doçent oldu ve 1953’te Profesörlüğe yükseltildi. Emekli oluncaya kadar yetiştirdiği öğrencileri, yazdığı makale ve kitapları ile klasik Türk edebiyatına büyük hizmetlerde bulundu. Pakistan Hükümeti Sitâre-i İmtiyâz nişanı; İran Devleti Nişân-ı Âlî-i Hümâyun’u ve Tahran Üniversitesi’nin Menşûr-ı Sîpâs nişanı ile ödüllendirilen Tarlan’ın, bilimsel çalışmaları dışında, üzerinde pek durulmayan gençlik yıllarından itibaren yazdığı; Servet-i Fünûn, Edebiyat, Gençlik, İslâm Düşüncesi, Sebîlürreşad, Türk Dili, Türk Yurdu, Büyük Doğu, Ülkü gibi dergi ve gazetelerde yayımlanmış şiir ve yazıları da vardır. (Daha geniş bilgi için bk. Günay Kut, “Tarlan, Ali Nihad” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 40. Cilt, s. 108-110)
Merhum Ali Nihad Tarlan hocanın fikrinden ve gönlünden dökülen incilerin yer aldığı “Kuğular” kitabı bunlardan biridir. Kitaba ad olan ve aşağıda metnini verdiğim “Kuğular”ı okuyunca göreceğiniz gibi yazıda ciddi, asil ve şerefli insanlar “kuğu”, sefil, haris, şerefsiz insanlar “ördek” sembolleriyle anlatılmış; önce, "Ne olurdu bu sefil, haris, şerefsiz yeşilbaş ördekler olmasa da bu alem, kuğuların beyaz, dik ve şerefli başlarıyla süslense” diye düşülmüş, sonra bu düşünceden dönülerek, “Ama o zaman şerefin değeri neyle ölçülecek? Hakkın yarattığı her şey yerinde güzeldir” hükmüne ulaşılmıştır. Okuyup görelim:
Kuğular
“Hafif sisli bir gün, ılık bir sonbahar günü... Paris’te Monsuri parkındayım. Ortasında sun'i gölü ve bir kaç yerinde küçük çağlayanları olan bu park: zevkin, sanatın ve bilhassa bakımın bir abidesi... Yer yer penme, mavi, sarı çiçekleri; suyun üzerine eğilmiş zarif ağaçları, salkım söğütleri; burasını bir cennet bahçesi haline getirmiş. Etraf yüksek ağaçlarla o kadar itinalı sarılmış ki civardaki binalar kat’iyyen görünmüyor.
İnsan, kendini bir şehir içinde değil, tabiatın kucağında hissediyor.
Lakin bu parkın en güzel süsü kuğular...
Suyun üzerinde hafif izler çizerek ağır ağır ilerlerken sakin bir denizde süzülüp kayan beyaz kotralara ne kadar benziyorlar.
On beş tane kuğu var.
Bazıları şerefli insanlar gibi daima dik ve yüksekte...
Gözleri ile gagalarının birleştiği yere hilkatin çizdiği siyah bir iki çizgi onlara ciddi insanların sevimli huşunetini veriyor. Ciddi ve vakur bir sekinet içinde etrafı süzerek ağır ağır ilerliyorlar. Bunlarda öyle dervişane bir istiğna, huzur ve kanaatin verdiği saadet var ki...
Gölün kenarındaki kanepelere, sandalyelere oturan kadın, erkek ve çocuklar bazen onları beslemek için getirdikleri ekmekleri önlerine atıyorlar. Onlar bu nimeti ağır ağır, derin bir istiğna ile lütfen yiyorlar ve bir hayli de düşündükten sonra...
Kaderin önlerine getirdiği nimetin meşru olup olmadığını düşünen fazilet sahipleri gibi... Hiç dilenmiyorlar. Şerefli insanlar gibi başları daima dimdik. Birkaç tane de yeşilbaş ördek var... Bunlar kuğuların yanında transatlantiğin eteklerine sarılan küçük deniz motorlarına benziyor.
Hilkat kuğuya öyle bir azamet vermiş ki...
Elindeki ekmeği küçük parçalara bölüp kuğuları besleyen bir ailenin yanından geçiyordum. Sevimli bir yavru, çığlıklar atarak, zıplayarak babasının verdiği parçaları kuğulara atıyor, ne kadar da seviniyor. Sanki o ekmeği kendi kazanmış ve bir yoksulu besliyor.
Hep böyle değil miyiz? Yaptığımız bir ihsanı kendimize mal ederiz. Düşünmeyiz ki bir buğday danesini vücuda getirmekten aciziz. Kimden alıp kime veriyoruz?
Kuğular; sadece kendi önlerine düşen parçayı alıyor, bir diğerinin önüne düşene bakmıyor bile...
Bir anda nereden çıktı, bilmem, bir yeşilbaş ördek bir kuğunun vakar ve tefekküründen istifade ederek gölün kenarındaki çimenli yere acele acele, sefil sefil tırmandı, bir iki parçayı kapıp suya girdi. Çaldığı lokmayı çabucak zıkkımlandı. Kuğu, şöyle hafif bir istihkâr ile baktı ve hiç bir aksi alâmet göstermedi; derin bir düşünceye daldı.
Bana öyle geldi ki; "bu sefili de Allah yaratmış. O da yaradılışının nimetini yiyor, mazurdur." diye düşünüyor.
Dalmışım... Bir an içimden, "Ne olurdu bu sefil, haris, şerefsiz yeşilbaş ördekler olmasa da bu âlem, kuğuların beyaz, dik ve şerefli başlarıyla süslense dedim.
Ama o zaman şerefin değeri neyle ölçülecek? Hakkın yarattığı her şey yerinde güzeldir.” (Kuğular, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1970).
Edebî âlemden ebedî âleme uçuşunun 43. yılında merhum Ali Nihad Tarlan hocamızı rahmetle yâd ediyorum. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.