Değerli okuyucularım. Bugünkü sohbetimizde, “covid-19” yanı sıra maddi ve manevi sıkıntılarla kararan gönüllerimizi bir nebze de olsa aydınlatmak için “Yunus’u Anlamak” ve gönlünde yunmak istedim. Üniversitemde göreve başladığım günden bugüne Afyonkarahisar merkez ve ilçelerinde Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Sultan Divani, Muhammed Askeri, Mehmet Âkif, Atatürk, Çanakkale, Kocatepe, Nevruz, Kütüphanecilik Haftası, Kültür, Gençlik, Dil, Edebiyat, Afyonkarahisarlı Şair ve Yazarları üzerine onlarca konferans vermek; gazetelerde yazılar yazmak, TV. Programları yapmak nasip oldu. Bu kuluna nasip ettiği güzellikleri insanımızla paylaşmayı da nasip eden Yüce Rabb’ime sonsuz hamd ü senalar ederim.
Bildiğiniz gibi 2021 yılı, Yunus Emre’nin vefatının 700. sene-i devriyesinde, “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan edildi ve UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındı. Bu sebeple ülkemizde Yunus’u “tanıma” ve “anlama” adına güzel ve faydalı çalışmalar yapıldı. 27 yıldır hizmet ettiğim üniversitemden Yunus Emre hakkında bir konferans vermem istendiğinde aşkla ve heyecanla kabul ettim. Üniversitemizden bazı Dekanlarımızın, akademisyen arkadaşlarımızın, şehrimizden bazı yazar ve şair dostlarımızın, kıymetli öğrencilerimizin ve değerli basın mensuplarımızın katıldığı “Yunus’u Anlamak” konulu konferansımız oldukça canlı ve heyecanlı geçti. Profesör olarak icra ettiğim bu ilk konferansımın gerçekleşmesine vesile olanlardan, emeği geçenlerden ve katılanlardan Allah razı olsun. Merhum Veysel’in, “Bendeki aşk olmasa sendeki güzellik neye yarar” dediği gibi, dinleyici olmadığı zaman verilecek konferansların da bir kıymeti olmayacağı malumunuzdur.
Derslerimde, yazılarımda ve sunumlarımda “söz”den ziyade “öz”ü öne çıkarmaya çalıştığım ve “inanmayan inandıramaz” anlayışında olduğum için ilmi, fikri ve eserleriyle topluma yön verenleri tanımanın da yolunun onları “anlamak”tan ve “yaşamak”tan geçtiğine inanmışımdır. Mevlana’yı, Yunus’u, Fuzuli’yi, Akif’i, Atatürk’ü ve diğer bütün büyüklerimizi bu anlayışla anlamaya, yaşamaya ve anlatmaya çalışmışımdır. Mevlana Hazretleri; “Ölümümüzden sonra, mezarımızı yerde arama. Bizim mezarımız ârif kişilerin gönülleridir” buyurmuyor mu? Atatürk; “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” diye uyarmıyor mu? Ahmet Yesevi’yi “Hikmet”leriyle, Hacı Bektaş-ı Veli’yi “Nefes”leriyle, Mevlana’yı “Mesnevi”siyle, Yunus Emre’yi de “İlahi”leriyle, şiirlerinde söyledikleriyle anlayabiliriz ancak. Hayatı, yaşayışı, mezarının nerede oluşu gibi Yunus’u “tanıma” adına yapılan çalışmaların yanı sıra O’nu hakkıyla “anlamak” için “gönül” deryasına dalmak gerekir. Bu deryanın incilerinden bir ikisini kulağımıza küpe etmeye çalışalım. Yunus dünyaya bir mesele, bir beklenti, bir menfaat için gelmemiştir. Onun işi sevgi, muhabbet olup sevgilinin, dostun bulunduğu mekân olan gönlü yapmağa, her türlü çirkinliklerden temizlemeye gelmiştir:
“Ben gelmedüm da’viyiçün benüm işüm seviyiçün
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldüm”
Bu mekân ki, Allah’ın evi, Kâ’betu’llah’tır. En büyük sevgilinin bu mekânda bulunabilmesi için gönlün temiz tutulması, ma’mur (bayındır) kılınması, sağlam olması ve yıkılmamasına özen gösterilmesi gerekir. Allah’ın mekânı gönül yıkılır ise ilim de, hac da, namaz da sağlam olmayacaktır. Çünkü hepsi de gönülle bağlantılıdır. Gönül kırılıp yok edilmiş ise, orada sevgili (Allah) bulunmayacaktır. Gönül (Kâ’betullah) yok ise namazın şartlarından “istikbal-i kıble” (kıbleye yönelme) ve “kalb ile niyet etmek” şartları yerine getirilememiş olacaktır. Gönül, Allah’ın evi (Kâ’betullah) idi. Gönül yıkılır ise, Kâ’betullah da yıkılmış gibi olacak. Bu durumda namazı eda etmek için gerekli iki şart yerine getirilemediğinden namaz da sahih olmayacaktır. Öyle ki, “ilim”den, “hac”dan, “gaza”dan ve “Kâ’be”den önde tutulan gönlü bir kez kıranın “namaz”ı sahih olmadığı gibi vefat edince yetmiş iki milletten naşını yuyan da olmayacaktır:
“İlm ü amel ne assı bir gönül yıkdun ise
Ârif gönül yapduğı berâber Hicâz ile”
**
“Bin kez hacca vardunısa bin kez gazâ kıldunısa
Bir kez gönül sıdunısa gerekse var yollar dokı
Gönül mi yiğ Kâ’be mi yiğ eyit bana aklı iren
Gönül yiğdurur zira kim gönüldedür dost turakı”
**
“Bir kez gönül yıkdunısa bu kılduğun namaz değil
Yitmiş iki millet dahı elin yüzün yumaz değül”
Yunus Emre, gönül konusuna bu kadar önem verirken bir taraftan da namazı öne çıkarmaya; namazın, şartları yerine getirilerek kılınması gerektiğine değinmektedir. Onun, başlı başına bir çalışma konusu olacak “namaz” ile ilgili söylediklerinden bir beytini vererek sohbetimizi noktalamak istiyorum:
“Müsülmanım diyen kişi şartı nedür bilse gerek
Tanrı’nun buyruğın tutup beş vakit namaz kılsa gerek”
Vefatının 700. sene-i devriyesinde hayırla yâd ettiğimiz Yunus Emre dedemize Allah, cemaliyle ve cennetiyle muamele eylesin inşallah. Bu vesileyle Allah cümlemize, Yunus’u hakkıyla “anlamak” ve gönlünde “yunmak” nasip eylesin kıymetli okuyucularım.