Saygıdeğer okuyucularım. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda doğduğum topraklarda idim. Gördüklerimi, duyduklarımı ve hissiyatımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tarih, 19 Mayıs 2022 idi o gün,
Gün, Ata’nın Samsun’a çıktığı gün.
Doğduğum, doyduğum ata topraklarında idim…
Murat dağlarında,
Köyümün yaylalarında,
Bembeyaz kar vardı kar…
Bereketli, temiz topraklarımızda,
Gelincikler açmış,
Geleceğimizi müjdeliyordu bahar…
Üç beş yıldır gidemediğim köyümde yaşlıları dinledim, gençlerle sohbet ettim; bir söyledim bin ah işittim. Yaşlılar; “Biz ne karanlık günler gördük ne sıkıntılar yaşadık. İnancımız gereği sabrettik, şükrettik Allah’a. Bu günler de geçecek inşallah” diyorlar. Baharın bereketini sonbaharın müjdeleyicisi olarak yorumluyorlar. Gelecekten umutlular. Gençler, geleceğimizin teminatı gençler; işsiz, çaresiz, sahipsiz gençler gelecekten umutsuz. Onlara umut vermeye, dertlerine çare olmaya çalışıyorum. “Her gecenin bir sabahı vardır elbet” diyorum. Boş boş bakıyor, bir şey söylemek istiyor, söyleyemiyorlar. Feri gitmiş gözlerini yere dikiyorlar. Yüzler asık, dudaklar büzük, dişlerini sıkıyorlar. “Kendini yorma hocam!” dercesine bakıyor, söylediklerime kulak vermiyor ve pek konuşmak istemiyorlar. Belki umutsuzluklarından, belki de saygılarından bir şey söylemiyorlar. Gözlerinin ışığı sönmüş, kalplerinde umut tükenmiş, yöneticilere, büyüklere, bizlere güvenleri kalmamış ve söylenenlere inanmıyorlar. Telefon, internet sayesinde dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerden, siyasilerin söylemlerinden haberdar durumdalar. Susuyor, susuyor, susuyorlar… Köyümün ilk üniversite mezunu, ilk profesörlüğe kadar yükseleni olarak çaresiz kalıyorum; unvanımdan, kendimden utanıyorum. Onlara umut veremiyor, yüzlerini güldüremiyor, gözlerinde ışık oluşturamıyorum ve yarınların aydınlık olacağına inandıramıyorum. Karamsarlığın haram oluşunu, ayetlerden ve hadislerden söz ederek, Mehmet Akif’ten örnekler vererek anlatmaya çalışıyorum, sonuç değişmiyor. Çalışmak, üretmek, ailelerine ve topluma katkıda bulunmak; iş, aş sahibi olmak ve yuva kurmak istediklerini ifade ediyorlar ve başlarını tekrar yere eğiyorlar. İktidarıyla muhalefetiyle siyasilere, yöneticilere, biz büyüklere güvenmiyorlar. Kısır çekişmeleri, siyasilerin biri birine tahammüllerinin olmayışlarını, biri birini dinlemediklerini, demokrasinin bu olmaması gerektiğini bildiklerini hissettiriyorlar ve yarınları karanlık görüyorlar. “Hiç ışık görmedik ki, kendimizi bildik bileli hep kavga, hep öteleme, hep kötüleme” diyorlar. Sözün özü 19 Mayıs Gençlik Bayramında gençleri umutsuz, suskun, çaresiz gördüm; aydınımızın umutsuz ve suskun olduğu gibi. İlk defa bu kadar çaresiz, bu denli yetersiz kaldığımı görüyorum; kendimden, unvanımdan utanıyorum.
Köyümde ekinler yeşermiş, başağa durmuş. Ancak ekilmemiş tarlalar da hayli fazla. Çalışkan, üretken köylülerim, akrabalarım elleri böğürlerinde, maliyetlerin fazlalığından dolayı ekemediklerini söylüyorlar ah çekerek... Murat dağlarında, köyümün yaylalarında kar, aşağılarda, ovada bahar… Gelincikler çiçek açmış neye yarar… Köyümde koyun keçi melemelerini, inek öküz böğürmelerini duyamadım. Çiftçilik de hayvancılık da bitmiş; köylülerin çoğu şehre, Gediz’e Kütahya’ya göç etmiş…
Teyze oğullarımla birlikte kabristana gidiyoruz. Hakk’a yürümüş büyüklerimize küçüklerimize dua ediyoruz. Kabristandan ayrılırken, çocukluk yıllarımda “döl” güttüğüm, çam ağaçlarından “soymuk” yediğim, ıhlamur ağaçlarından ıhlamur topladığım çam, meşe, kavak, ıhlamur ve piynar ağaçlarıyla süslü dağları gösteriyorlar ah çekerek. Kararıp kalmış dağlara bakınca içim kararıyor, gözlerim dolu dolu oluyor. Köye açılan maden fabrikası talan etmiş o güzelim ormanı… Köyün erkekleri daha ellisinde bastona binmiş, çoğunun ciğerleri hastalıklı. Sebebi madenmiş. Dertlerini kimsenin dinlemediğini, hallerini soran bulunmadığını söylüyorlar… Tutunacak bir dal, dertlerine derman olacak bir insan arıyorlar… Derman olamıyorum, bir şey söyleyemiyorum ve utanıyorum…
İnançlı, çalışkan, üretken, vatanperver akrabalarımı ve köylülerimi ilk defa bu kadar yalnız ve çaresiz görüyorum... Yüreğim buruk, gözlerim arkada köyümden ayrılıyorum... Gençlere anlatamadım, yaşlılara derman olamadım, ama yine de gelecekten ümidimi kesmiyorum. Yarınlar aydınlık olacak, gülmeyen yüzler gülecektir inşallah. Sözü üstadın bir beytiyle bağlamak istiyorum:
“Yürü hür maviliğin bittiği son hadde kadar;
İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”
Umutlarınız tükenmesin, hayalleriniz sönmesin kıymetli okuyucularım.
Murat dağlarında,
Köyümün yaylalarında,
Bembeyaz kar vardı kar…
Bereketli, temiz topraklarımızda,
Gelincikler açmış,
Geleceğimizi müjdeliyordu bahar…