Saygıdeğer okuyucularım. Ramazan-ı şerifin ardından bir bayram yaşadık. Bildiğiniz gibi “bayram” sevinç, neşe demek olup insanların gülüp eğlendikleri günlerdendir. Dinimizce haram olduğunu bildiğim ve hakkında makaleler yazdığım “ümitsizlik” içinde olmasam da bayramda gülemedim. Televizyonlarda “Hayata Gülümse” programları var ise de “vur patlasın çal oynasın” havası estiriliyor; haberlerde, reklamlarda bolluk ve bereket öne çıkarılıyor ise de bayramda gülemedim. Kendim için, nefsim için, ailem için değil; konu-komşum, eşim-dostum, halkım için, milletim için gülemedim. Hoşgörünüze sığınarak bir iki konuya değinmek isterim.
Alanya’da oturan kayınvalidem dört ay önce abdest alırken düşüyor. Hastaneye götürülüyor, “kırık çıkık yok” deniyor. Hasta yürüyemiyor, ağrıdan duramıyor. Afyon’a getiriyoruz, Afyon Devlet hastanesine götürüyoruz. Sabah saat 05’e kadar bir şeyler yapılıyor ve kardiyolojiye gitmemiz söyleniyor. Gidiyoruz, dahiliyeye yönlendiriliyoruz, sonuç alamıyoruz. Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesinde akciğerlerine baktırıyoruz. Serum, iğne, hap yazılıyor; evde bakmamız ve oksijen makinesine bağlamamız gerektiği söyleniyor. Hepsini yapıyoruz, ama hasta ağrıdan duramıyor, oturamıyor, yatamıyor. “Kırık” şüphesiyle nörolojiye götürüyoruz. Yeniden “emar” çekiliyor ve 2 ay sonra belinde kırık olduğu tespit ediliyor. Ameliyat edilmek üzere hastaneye yatırılıyor. Kullandığı kan sulandırıcılar kesiliyor. Hastanede beynine pıhtı atıyor, sağ tarafı felç oluyor. Bir aya yakın kaldığı yoğun bakımdan konuşmaz ve yarı felç halde çıkarılıp “evde bakım yaparak ameliyata hazırlamamız gerektiği!” söyleniyor. Şaşırıp kalıyoruz. Ambulans istiyoruz, “Hastanenin ambulansı hastane dışına çıkmıyor” deniliyor. Acil 112’den ambulans istiyoruz, hastayı 5-6 saat sonra eve getirebiliyoruz. Vücudunda yaralar oluşmasın diye yatak alıyoruz ve hastayı “evde” ameliyata hazırlamaya çalışıyoruz! 15-20 gün sonra hasta ağırlaşıyor. Gözlerini ve ağzını açmıyor, nefes alıp olmadığı belli değil. Ambulans istiyoruz, acil servise götürüyoruz. Yeni asistanlar, yeni öğrenciler “neyi var neyi yok” soruyorlar; sil baştan tek tek anlatıyoruz. Akşam oluyor, sahur vakti yaklaşıyor. Eve götürmemiz söyleniyor. Ricamız üzerine ambulans isteniyor. Bir saat, iki saat, üç saat, beş saat ambulansın geldiği yok. Dayanamayıp telefon açıyorum. “Tamam” deniyor gelen giden yok. Tekrar telefon açıyorum. “Kardeşim ambulans isteneli 6 saat oldu, İstanbul’dan istesem şimdiye gelirdi” diyorum. “İstanbul’dan isteyin o zaman” deniyor. “Bana kardeşim diye hitap edemezsiniz” çıkışında bulunuluyor. Tartışma uzuyor. “İstediğiniz yere şikâyet edin. Hastanızı eve götürmek bizim görevimiz değil” deniyor. Çaresiz bekliyoruz ve altı saat sonra gece saat 23-24 arası evimize gelebiliyoruz. Mübarek bayramda biz hastayı evde “ameliyata hazırlamaya” devam ediyoruz! Öbür tarafta, SMA’lı bebeklerin devletten yardım beklediklerini duydukça yüreğim parçalanıyor. Bayramda işte bunun için gülemedim.
Televizyonlardaki reklamlarda “yeşili koruyalım” deniyor. Bir spot reklamda bir kız çocuğumuz yeşillikler içinde bir o yana, bir bu yana koşuyor, oynuyor. Derken etrafında mantar gibi binalar yükseliyor ve fondaki ses “Yeşili koruyalım!” diyor. İyi, güzel de vatandaş olarak ne kadar istersek isteyelim gücümüz yetmez ki. Yeşil alanlara bina inşa etmeye belediyeler, bakanlık ve diğer yetkililer izin vermese yeşil korumuş olacaktır. Bu samimiyetsizlikleri, algıları gördükçe bayramda gülemedim. Tarlalarda, zeytinliklerde iş makinelerini, betonlaşmayı gördükçe gülemedim. Köyümde en çok haz duyduğum ortam seher yeliyle uyanıp keçi koyun melemeleri, inek öküz böğürmeleri ve eşek anırmalarıyla sokak aralarından geçip yaylıma giden sürüleri seyretmek olurdu. Son senelerde bu manzarayı göremez oldum. Hayvancılık bitti, eken biçen gitti; çoğu şehre göç etti. Bayramda işte bunun için gülemedim.
Her ilimizde en az bir üniversitemiz var, dünyada ilk sıralarda adı geçen bir üniversitemiz yok. Her geçen gün eğitim seviyemiz geriliyor. Yazılan kitaplar basılmıyor. Her yıl yeni bölümler açılması gerekirken mevcut bazı bölümler kapatılıyor. Fizik, kimya bölümlerine öğrenci gelmez oldu ve bölümler kapatmaktadır. Bazı bölümlerde ikinci öğretimler de kapatılmaya başlandı. Yarım yüzyıla yakın hocalık yapmış biri olarak bayramda işte bunun için gülemedim. Bu yıl camiler boştu. Camiye gelen çocuklarımıza altın, bisiklet vermek yetmedi. Her şeye maddiyatla yaklaştığımız gibi inanca, maneviyata da maddiyatla yaklaşmamıza üzüldüm ve bayramda gülemedim. Diyanetin, Cuma hutbelerinin siyasete bulaştığı hususunda tartışmaların yaşandığını gördükçe de gülemedim.
Eskiden eli kalem tutanlar, din adamları, ilim adamları, yazar ve çizerler ülkede olup bitenle ilgili yazar, daha güzele ulaşmak için fikirlerini beyan eder idi. Şimdilerde fikrini söyleyebilecek fikir adamı, ilmini anlatabilecek ilim adamı pek kalmadı. Bayramda işte bunun için gülemedim. Bayramın ikinci günü “3 Mayıs Türkçüler Bayramı” idi. “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diyerek Türkçüler günümüzü kutlayamadığım için bayramda gülemedim.
Her gün kadın cinayetleri ile sarsılıyoruz. Bir tarafta her gün katledilen kadınlarımız, diğer tarafta dudak ucuyla kınamalar ve tesiri görülmeyen masa başında alınan kararlar. Bayramda, daha 15-16 yaşındaki bir gencimizin elinde kalem yerinde bıçak var. Bir arkadaşını bıçaklıyor ve serbest kalıyor... 5 Mayıs tarihli yerel gazetelerdeki; “13 yaşındaki çocuk husumetli olduğu iki çocuğu vurdu” haberini okuyunca ürperiyorum. “Husumet” kelimesinin anlamını bile bilmeyen çocuklarımız bu hâle nasıl geldi, kimler getirdi, nereye gidiyoruz bilmem. Bütün haberlerde kavga, silah, bıçak, ölüm.“Bunlar daha iyi günlerimiz mi yoksa” demekten kendimi alamıyorum ve işte bunun için gülemiyorum. Aynı devlet, aynı devletin hukuk ve yargı sistemi, ama aynı davayla ilgili verilen farklı iki karar: Biri “berat” diğeri idam hükmünde “müebbet”. Hangisi doğru, bilemem. Beni düşündüren adalet, hukuk ve yargı sistemimizde geldiğimiz nokta ve istikrarsızlık. Nevruzda gülemedim, 23 Nisan’da gülemedim, Ramazan bayramında gülemedim, hıdrelezde de gülemedim.
Bizlere örnek olacak iktidarı muhalefetiyle siyasiler ağza alınamayacak sözlerle biri birine giriyorlar. Bayram mesajlarında bile inceden ince dokundurmalar, göndermeler hakarete varan sözler; aşağılamalar, öteleştirmeler bizleri endişelendiriyor. Yarım yüzyıla yakın bir zamandır derslerimde öğrencilerime, yazdıklarımda milletime birlik, kardeşlik mesajları veren biri olarak bayramda işte bu yüzden gülemedim. Bu yıl Türkiye genelinde bahar şenlikleri, şölenler, festivaller, eğlenceler, yarışmalar, kermesler, sergiler ve çeşitli etkinlikler önceki yıllara göre dikkat çekici derecede fazla. Belediyeler, Valilikler de destekliyor. “TRT Türk” başta olmak üzere televizyonlarda, yıllardan beri hasret kaldığımız müzik programları da dikkatten kaçmıyor. Vesile olanlardan Allah razı olsun. Ancak “Ülkede her şey yolunda” algısı oluşturulduğunu düşünmekten kendimi alamadığım için de bayramda gülemedim...
Çözüm mü? Söyleyeyim. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren, vergisini ödeyen, cephede şehit düşen, enflasyondan en çok etkilenen, kendisine hutbelerde sadece “şükür” önerilen ve benim gibi gülmeyi unutan milyonların, “Ülkeyi iyi yönetsinler” ümidiyle seçip Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdiklerinde...
Allah bu necip millete uyanma; birlik ve iman içinde aydınlık yarınlara kavuşma nasip eylesin. Amin...