Değerli okuyucularım. Bildiğiniz gibi “fıkra”, kısa ve özlü anlatım şekli olup güldürücü olduğu kadar düşündürücü özelliği bulunan yazı türüdür. Bugünkü yazımızda Adanalı Ziya’nın bazı fıkralarını paylaşmak istiyorum. Bu fıkralar, Ziya’nın Afyonkarahisar’daki yakın dostlarından Enver Ergun (Vicdânî), Faruk Şükrü, Edip Ali Bakı ve Bekir Sıtkı Sencer’in yazdıklarından çıkarılan fıkralar olup Ziya Paşa’nın Keşfettiği XIX. Yüzyıl Heccav ve Filozof Şâiri Adanalı Ziya-Hayatı, Edebi Kişiliği- ve Şiirleri (Tenkitli Metin) adlı çalışmamızda yer almaktadır.
Senin Çalımın Kime A Paşam!
Adanalı Ziyâ’nın anlattığına göre İstibdat döneminde memurların maaşları muntazam olarak ödenemez hale gelir. Memurlar sefaletten bunalmış durumdadır. Ziya, Balıkpazarı meyhanelerinde fazlaca kaçırdığı bir günün ikindisinde, elini arkasına koymuş köprüden geçerken, bugünkü karşılığı ile ordu komutanı olan seraskerin şatafatlı bir alayla geçtiğini görür. Bu duruma kızan Ziya, bir tarafta küçük memurlar açlıktan can çekişmekte bir taraftan da bu adamlar bize çalım satıyorlar diye düşünür ve hemen koşup seraskerin arabasına sokulur. Arabası duran serasker, Ziya’ya ne istediğimi sorar. Ziya, “Bu hükümet, memurlarının aylığını veremeyecek kadar iflâs çukuruna düştü. Senin çalımın kime a paşam” diye bağırmaya başlar. Bunun üzerine Ziya’yı palas pandıras yakalayıp deliğe tıkarlar ve ertesi gün de Trablusgarb’a/Fizan’a sürgün ederler.
Ziya’nın Karahisar-ı Sahip Sancağına Sürgün Edilişi
Adanalı Ziya İstanbul’da Neyzen Tevfik’le tanışıp ahbap olur ve içkiye başlar. Mizaç, zihniyet, kabiliyet ve huy bakımından biri birine çok benzeyen iki kafadar şair, İstanbul’un büyüleyici güzelliği ile mest oluş ve gençliğin verdiği coşkunluk içinde, kayıtsız, pervasız sefahat hayatına ve meyhane âlemine dalar. Bir gün kol kola ve kafalar dumanlı bir halde gezerlerken caddeden geçmekte olan saray arabalarının içindeki sultan hanımlara ve saraylılara sataşarak lâf atarlar. İkisi de derhal yakalanarak hapsedilirler. Sonunda Adanalı Ziya, Sultan Hamid tarafından ölünceye kadar ayrılmamak şartıyla Afyon’a sürgün edilir.
Adanalı Mistan ve Ziyâ Bey
Adanalı Ziya Afyon’a geldiği zamanlarda mutasarrıf Rumeli Rütbeli Ahmet Şeref Paşa’dır. Bir gün şimdiki Kadınana caddesinde iki mezar ortasında Şeref Paşa ile Ziya Bey karşılaşırlar. Paşaya on beş adım kala Ziya Bey durur ve Paşayı karşılamaya hazırlanır. On adım kaldığında Ziya, yüksek sesle kendi kendine “Hâs dur” (Hazır ol) komutunu verir. Paşaya beş adım kaldığında ise cebinde bulunan uzunca bir konyak şişesini çıkarıp askerlerin tüfek tutması gibi iki eliyle kavrayarak kollarını ileri uzatır ve şişenin tıpasını gözleri hizasına getirdikten sonra “Selam dur” komutunu vererek paşayı bu suretle selamlar. Ziya Bey’in neşeli olduğu zamanlarda dostları, “Aman üstad nasıl oldu? Mutasarrıf Paşa ne dedi?” diye olayı anlatmasını isterler. Nüktedan ve zeki Ziya, “A… size kaç defa söyleyeceğim, ben Adanalı Mistan’ım, onu Ziya Bey yapmış, ben yapmadım” der ve gülerek gazel okumaya veya şarkı söylemeye başlayıverir.
Paralar Ayakkabıların İçinde
Adanalı Ziya’nın evine bir hırsız musallat olur. Ziya uyuyunca hırsız odasına sessizce girer, üstadın cebindeki paralarını alır gider. Hırsız merhametli olmalı ki, üstadın her gün harcadığı 27 kuruş olan rakı parasını bırakır. Ziya paraları nereye koysa fayda etmez, usta hırsız paraları bulur alır. Üstat bir gün paralarını ayakkabısının içine saklar ve uyur görünerek hırsızı beklemeye başlar. Hırsız gelir, her yeri arar, parayı bulamadan üzgün bir halde odadan çıkacağı sırada bu duruma dayanamayan Ziya hırsıza seslenir ve “Ulan paralar ayakkabıların içinde, sol ayakkabıdaki paraları al" der.
Ben İşitir Sana Söylerim, Sen Görür Bana Söylersin
Adanalı Ziya’nın dostlarından Uşak ilk tedrisat müfettişi Ahmet Bey kulaklarından muzdarip olduğu için 1927 senesi yaz aylarında tedavi maksadıyla Afyonkarahisar'a gelir. Tedavi müddetince 20 gün, şimdiki PTT Bölge Müdürlüğü binasının olduğu yerde bulunan Sefa Oteli’nde kalır. Ahmet Bey Ziya Bey’i her gün Sefa'ya götürür ve beraberce demlenirler. Bir gün yiyip içtikten sonra Ziya Bey, “Ahmet Bey bugün Zafer kıraathanesine gidelim, saz dinleyelim” der. Ahmet Bey, “Benim kulağım sağır, sizin gözünüz kör, orada ne işimiz var, burada oturalım” deyince Adanalı Ziya, “Ben işitir sana söylerim, sen görür bana söylersin” sözleriyle hazırcevap olduğunu gösterir. (Bk. Ziya Paşa’nın Keşfettiği XIX. Yüzyıl Heccav ve Filozof Şâiri Adanalı Ziya-Hayatı, Edebi Kişiliği- ve Şiirleri (Tenkitli Metin), Kurgan Edebiyat, Ankara, 2020, s. 74).
Zihnimizi ve gönlümüzü ziyalandıran adı geçen kalem ve kelam erbabının ruhları şad mekânları cennet olsun.