Toplumsal yapıyı bir arada tutan unsur adalettir. Adaletin hakiki manada işlediği memleketlerde toplumsal huzur vardır. Bütün toplum kesimlerinin aynı derecede değerli ve önemli olduğu bir ülkede kargaşa ve kaos olmaz. Böyle ülkelerde kimse birbirinden üstün olmadığı gibi üstün olduğunu andıran bir imtiyaza da sahip değildir. Öncelikli ve ayrıcalıklı yapılar bulunmaz. Kendilerini yüksekte başkalarını alçakta gören düşüncelere müsaade edilmez. Adalet ve hukuk önünde herkes eşittir. Siyaset sıradan bir meslek olduğundan kimse siyaset yoluyla zenginleşerek yükselmeyi düşünmez. Meşveret ve ortak akıl her şeyden önce gelen bir kuraldır. Bütün işler demokratik yollarla halledilir. Bu nedenle kaba kuvveti esas alan mafyalaşmaya meyil edilmediği gibi demokrasi ve güvenliği beraberce yürütmeyi başaran devlet yapısı da zaten buna izin vermez. Kimsenin aldanmadığı ve aldatılmadığı doğru ve istikrarlı bir ekonomik yapıda böyle bir devlette görülür. Bu ülkelerde görülmeyen veya çok az karşılaşılan sosyal felaketler ise demokrasinin isimden ibaret kaldığı ve adaletin göreceli olduğu memleketlerde çok sık yaşanır. Bu sosyal felaketin nasıl başladığını hemşerimiz olan Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’den okuyalım: “Devlet, toplumda hukuku egemen kılmalıdır; barışın, özgürlüğün, mutluluğun, geleceğe kaygısız bakmanın koşulu da budur. Toplum, sürekli temiz ve aydınlık bir ortamda yaşamalıdır; bunu sağlamak devletin görevidir. Kimse hukukun üstünde değildir; hukukun üstünlüğü ilkesi herkesi bağlamalı, Anayasanın, yasaların ve hukukun gereği her zaman ve herkese karşı yerine getirilmelidir. En büyük sosyal felaketin, hukuka ve adalete olan güvenin yitirilmesi olduğu unutulmamalıdır.” (TBMM-TUTANAKLAR) Adalet ve hukuka karşı yitirilen güvenin getireceği sosyal felakete karşı tedbir alınmalı hatta öncelikle bu sosyal felaketin farkına varılmalıdır. Yoksa farkında olunmayan hastalıklar vücudu sardığı gibi zamanla orada yerleşerek tedaviyi zorlaştırır.