Geçtiğimiz hafta İzmir’den gelen deprem haberi, yaşanılan can kayıpları hepimizi üzdü. Ve o andan itibaren tüm Türkiye’nin gözü, kulağı, kalbi her gün İzmir’de oldu.
İzmir ile yattık, İzmir ile uyandık. Her zaman söylüyoruz ve hemen hemen hepimiz ülkemizin deprem kuşağı bölgeleri arasında yer aldığını biliyoruz. Fakat bunları bilmemize rağmen binalarımızın sağlıksız yapılmasının ve elverişsiz olan binaların kullanımının maalesef halen önüne geçemedik.
Tekrar yineliyoruz ki; evet deprem bir tehlikedir. Fakat depremin sadece kendi başına bir tehlike olmadığını, yaşadığımız binaların sağlam yapılması gerektiğini defalarca tekrarlıyoruz. Hayatını kaybeden onlarca insanın ardından bunu sadece tekrar etmemiz yeterli gelmeyip, aynı zamanda da uygulamaya geçirmeliyiz. Bunun için daha kaç kişinin hayatını kaybetmesi gerekiyor?
Dikkatsiz ve insan hayatı gözetilerek yapılmayan çürük yapılar, çalınan malzemeler, göz yumulan hatalar, sağlamlaştırılması gereken binalar, ya da artık çok eskiyen boşaltılması gereken binalar ileri de bu şekilde insanların hayatına mahal olarak herkesin de üzülüp kahrolmasına sebep oluyor. Peki, buna sebep olan insanların acaba vicdanları rahat mı?
Günü kurtarmak adına ve para hırsı için, sürekli daha fazla kazanmak için yapılan yanlışlıklar, haksızlıklar sayesinde elde edilen kazançlar ile aile geçindirmeyi insanoğlu nasıl içine sindirebiliyor? Anlaşılması çok zor.
Yazık değil mi o kadar yok olan ailelere. Evine helal kazanç sokmak ve yastığa uyurken başını rahatça koymak dünyanın en güzel şeyi değil mi? İnsan yaşamıyla oynamak bu kadar kolay olmamalı.
Hâlbuki bunların yerine sağlıklı, denetimi iyi yapılmış, yapının her aşaması mühendislik hizmeti almış binaların yapılması daha doğru olanı değil midir?
Helalinden kazanmak, vicdanı rahat olmak, insan yaşamını hiçe saymamak bence en doğru olanıdır. Böyle de olmalıdır. Artık her şeyi bir kenara bırakarak doğrusunu yapmalıyız. En azından daha fazla canlar yok olup gitmeden bunu yapmalıyız. Bunun yanı sıra bir an evvel riskli binalardan da kurtulmalıyız.
Bir diğer yandan üzücü farklı bir konu ise; insanların yaşanılan doğal afeti bir fırsata çevirmeye çalışması durumu içine girmesidir. Peki, bu nasıl oluyor?
Yardım kurumlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, hayırsever vatandaşlarımızın yapmış oldukları yardımları ihtiyacı olmadan, defalarca aynı sıraya girerek alıp gidip dükkânında satan kişilik yoksunları insanların türemesi, işin dramatik bir vicdansızlığının örneği oluyor.
Devamında birden bire artan evlerin kira fiyatları, uyanıklığın, fırsatçılığın hiçbir şeyin yakışmayacağı ve anlatırken utandığım sadece birer örnekler olarak göze çarpıyor. Dünyanın neresinde olursak olalım gerçekten bu durum insanlığa yakışmayacak bir durumdur. Aynı zor şartlarda gün gelir herkes olabilir. Hepimizin başına gelebilir. Doğal afet değil ne olursa olsun insanların kötü anlarında bunu fırsata çevirmeye çalışmak, duygularının zaten zayıf olduğu bir zamanda bir darbe daha vurmaya çalışmak doğru bir durum değildir. Yakışmayacaktır.
Evet; yaşanılan bu kadar üzücü durumların yanında hiç sevindirici gelişmeler olmadı mı? Oldu. Aslında mucizeler de denilebilir bu duruma açıkçası. Saatler sonra enkaz altından sağ çıkarılan yaşlısı, genci, çocuğu bizlere tekrar şunu hatırlatıyor ki; öldürmeyen Allah öldürmüyor. Rabbimizin mucizeleri bizlerin tek dayanağı oluyor ve gelen sevindirici bu haberler moralimizi yüksek tutmamızı sağlamış oluyor.
Bu haftaki köşe yazıma nokta koymadan depremde hayatını kaybetmiş olan vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Bundan sonrası içinde bir vatandaş olarak bizlere düşen görevler olduğunu da düşünüyorum. Projesiz, denetimi olmayan binalar yapmamak, bina yaptırırken sağlamlığına dikkat etmek gibi konularda daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum. İşte sonuçları açık bir şekilde ortada duruyor ve hepimizi derinden üzüyor. Aynı acıları yaşamamak adına her zaman doğru olanı yapmalıyız. Hiçbir şey insan hayatından daha önemli değildir.