Peygamberler silsilesinin son halkası Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (a.s.m.) dünyaya teşrifini bütün mevcudat asırlarca, heyecanla beklemişti. İnsanların babası, ilk insan ve Peygamber Hz. Âdem (a.s.) Arş-ı Alâda muhteşem nur ile yazılı bir isim gördü: “Ahmed.” Merak edip Cenab-ı Hakka sordu: “Ya Rabbi, Bu nedir?” Allah Teâlâ buyurdu: “Bu senin neslinden bir peygamberin nurudur ki, O’nun ismi göklerde Ahmet ve yerlerde Muhammed’dir. Eğer O, olmasaydı, seni yaratmazdım!” dediği ve müjdesini verdiği Nur’a Rabbimiz (c.c.) “Sen olmasaydın ey Habibim âlemleri yaratmazdım.” Hitabında bulunmuştur.
Cenab-ı hakkın yarattığı ve bütün semâyı haşmetiyle aydınlatan nur, ilk olarak Hz. Adem (a.s.) alnında parladı. Sonra peygamberler silsilesinde devam edip Hz. İbrahim’e(a.s.) ve oğlu Hz. İsmail’e(a.s.) intikal etti. Peygamberimizin dedelerinden alınlarda parlayan bariz nur, Peygamberimizin(asm) babası ahlak ve iffet timsali Hz. Abdullah’a intikal etmişti. Hz. Âmine, hem güzellik, hem ahlak, hem de nesep itibariyle Kureyş kızları arasında en faziletlisiydi. Hz. Abdullah ile evlendikten sonra o nur, Hz. Amine’ye intikal etmişti.
Bu kutsi evliliğin ilk aylarında Hz. Âmine, Kâinatın Efendisi’ne hamileydi. Hz. Abdullah, ticaret kervanıyla Suriye’ye gitmişti. Aylar sonra dönen kervandakiler, Hz. Abdullah’ın Medine’de hastalandığını, dayılarının yanında kaldığı haberini getirdiler.
Abdülmuttalib, oğlu Hâris’i derhal Medine’ye gönderdi. Haris varıncaya kadar Hz. Abdullah vefat etmişti. Haris dönüşte Mekke’ye Hz. Abdullah’ın vefat haberini getirmişti. Genç yaşta gelen beklenmedik ölümle Mekke, bir anda matem havasına büründü. En çok sevilen evladın vefat haberi Abdülmuttalib ailesinde derin bir hüsran ve üzüntü bırakmıştı. Mekke’de herkes o acıya ortak olmuştu.
Hz. Âmine, eşinin vefatını öğrendiği andan itibaren duyduğu acının, üzüntüsünün tarifi, sınırı yoktu. Eşinin acısını yüreğinde hissetti. Günlerce gözyaşı döküp ağladı, üzüldü. “en büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir.”(29. Lem’a) İki ay sonra Hz. Âmine’den dünyaya gelecek Nur Çocukla kâinat sürura gark olacak, beşeriyet zulmetten, acılardan ve ebedi hüsrandan kurtulacaktı.
Fetret devrinin karanlıklarıyla insanlık zulüm ve vahşet içindeydi. Küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında kalan beşeriyet, İlahi nura susamıştı. Adetlerin, inatların ve cehaletin kıssacında güçlüler zayıfları eziyor, masum kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu.
Kâinatta en büyük hadise, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) dünyaya teşrifleri hadisesidir. Bütün kâinat, mevcudat ve insanlık asırlar ötesinden müjde edilen O Nuru hürmetle, heyecanla, iştiyakla bekliyordu. Sadık rüyalarla, tevafuklarla, kahinlerin işaretleri, kutsal kitapların beşaretleri ve bariz mucizelerle dünyaya teşrif eden O Zat, (asm) Tevhit bayrağını gönüllerde dalgalandıracaktı. Nuruyla akılları ve kalpleri aydınlatacak, İslam ve iman güneşiyle sahipsizlik zulmeti, hüzünler, kederler ve ebedi felaketler son bulacaktı.
Sevgili Peygamberimiz,(asm) Allah’tan vahiyle gelen Kur’an-ı Hakim ve İlahi nizam ile ahlak ve faziletle en vahşi, inatçı, adetlerine düşkün kavimleri kısa zamanda hidayete kavuşturmuştur. Akılları, kalpleri, ruhları irşat ederek en üstün vasıflı, mümtaz insanların İslam ve iman şuuruyla huzur içinde yaşadıkları Asr-ı Saadet’i meydana getirmiştir. İki cihan saadetinin yolunu tesis etmiştir.
Cenab-ı Hakkın (c.c.) “Habibim” diye hitap ettiği Peygamberimiz,(asm) Allah’ın zatını, sıfatlarını, isimlerinin tecellisini, cilvesini ve tezahürlerini ders vermiştir. Marifetullah ve muhabbetullah sırlarını, zevklerini, mahiyetini kalplere yerleştirmiştir. Tevhit bayrağını gönüllerde dalgalandırmıştır. Kainatta her şeyin Rabbimizin eser-i sanatı olduğunu, kendine has lisanlarla daima Allah’ı (c.c.) överek tesbih ettiğini izah ve ispat edip göstermiştir.
Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve ashâbına, ezelden ebede kadar, Senin ilminde var olan şeyler sayısınca salât ve selâm eyle. Bizleri şefaatinden mahrum eyleme. Amin.