Yazdan kalan güneşli bir havada duvardaki sarmaşığın yeşilden saraya, kızıla ve mor renklere dönmüş yaprakları yerlere serpilmiş sırılira gibi görünüyordu. Parklarda kuş cıvıltıları, çocuk sesleri yerini sükûnete bırakmış. Geçen mevsimler boyu çiçeklerin, meyvelerin, yaprakların ihtişamını kaybetmiş ağaçlar, sade endamıyla, asude bir zamana son damgasını vuran, ismini veren mevsimi işaret ediyorlar.
Mevsimin tüm renkleri, her şeyde işlenmiş, süslü sanat harikası olarak tuvale serpilmiş manzaralar gibi tabiatı konuşturuyor. Yaprakların ağaçlardan ziyade yerleri süslediği güzellikler farklı duyguluları nazara veriyordu. Sonbaharın getirdiği mesajlar, sunduğu manalar, ifade ettiği sırlar, ışıklar, sanatlar yeryüzünün bir çekirdek gibi kâinata denk zenginliklerin sahibini sessiz çığlıklarla anlatıyor…
Su, hava, güneş ve toprak hayat için ihsan edilen sayısız nimetlere vesile olmuş. Yeryüzü Allah’ın isimlerinin tecellisi ile yoktan yaratılmış, hayat bulmuş. Envai çeşit bitkilerle süslenmiş, hayvanlarla şenlenmiş, insanlar değer kazanmış. Kâinat küçültülüp dünyaya, dünya da küçültülüp insanda yerini ve anlamını bulmuş. “Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir.” Cümlenin devamında : “Kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.” İfadelerindeki zengin mütalaalar…
Sonbahar manzaralarının hatırlattığı manaları tefekkür ederken ikindi vakti yaklaşmıştı. Omzuma dokunan İbrahim Sarıçiçek’le camiye beraber yürüyoruz. Emekliliğine kadar müdürlüğünü yaptığı, benim de okuduğum İmam Hatip Lisesi’nin bahçe duvarını kaplamış sarmaşığın yapraklarındaki farklı, parlak renklerin çeşidini, ışıltısını ve güzelliğini işaret ettim…
Oralı olmadı, biraz suskun kaldı. Oysa Risale-i Nurdaki bahislerde canlı misallere alaka duyar, hoşlanırdı. Temsili, teşbihi, tefekkürü severdi. Onun sakin ve düşünceli halini manevi feyzine, ihlâsına, kalbi tezekkürüne yordum. Hat sanatıyla meşgul olan ince ruhlu, ilerlemiş yaşına mütenasip ruhi derinlikleri olan şefkatli, erdemli ve mümtaz bir insan… İbrahim Hocamın halindeki durgunluğu anlamayı namazdan sonraya bırakarak beraber camiye girdik…
Camii çıkışında baktım beni bekliyordu. Demek ki söyleyecekleri var, selamlaştık. Caminin yanındaki İmam Hatip Lisesini bana göstererek: “Bu ilim ve irfan yuvasında uzun yıllar hizmet verdim, müdürlük yaptım, eksikliklerini giderdim. Eğitimini tamamlayan insanlar toplumda yerini aldılar. 28 Şubatta kız öğrencilerin başını açtırmadım. Defalarca soruşturma geçirdim. Sonra mecburi emekliliğin yolu görünmüştü. Yıllarca mermer topladığım bu emektar bina yıkılacak! Altmış yıllık eğitim hatıraları bu mekânla yerle bir olacak!..”
Bana kaygılarını anlatırken yaşlı hali, hüzünlü duruşu ve yorgun bakışları eski binanın üzerinde dolaşıyordu. O sırada paletli bir ekskavatör, yıkım için binaya darbeleri vurmaya başladı! İş makinesinin çalışmasıyla yıkılan binadan toz duman yükselmeye başlamıştı.
Eğitim hizmeti verirken yıllarca iç içe yaşadığı mekâna olan emekleri, ünsiyeti, dostluğu ve şefkati O’nu hüzünlendirmişti. İçindeki duygu yoğunluğu ve ayrılığın ruhi tesiriyle sarsılmış görünüyordu. İbrahim Hocanın kederli hali, On Üçüncü Rica’yı hatırlattı.
Birinci Dünya Savaşında Ruslar şehirle birlikte Van Kalesindeki Horhor Medresesini yakıp yıkmışlardı. Üstad, Ders verdiği medrese ve talebelerinin çoğu şehit olmuştu. Yıllar sonra Van Kalesinden şehri temaşa etmiş, Medresesindeki tahribatı görüp üzülmüş, ağlamış! Bir teselli ararken Hadid Suresi, 1. Ayet idmanına yetişir. “O rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtardı, gözümü açtırdı.” Meyvedar ağaçlar, tebessüm eder tarzda: “Bize de dikkat et, yalnız harabezara bakıp durma diyorlardı…”
İbrahim Sarıçiçek Hoca’nın, gönlündeki engin şefkat, merhamet, muhabbetin ve ruhani lezzetlerin derinliklerinde sonbahar hüzünlerini birleştirmiş; ehli kalp bir insanın hissiyatına ben de kapılmıştım. İkindi vaktinin ahir zamanı ve kıyameti hatırlatan işaretleri… Güneşin kızıllıklar bırakarak batı ufkuna sarkan manzarası ve toz duman içinde yıkılan binanın ölümün soğuk yüzünü hatırlatan gürültüsü içersinde rahle-i tedrisinde edep ve irfan dersi aldığım İbrahim Hocama: “harabezara bakma!” deme gücünü, cüretini ve cesaretini kendimde bulamamıştım…