Medresede hoca ders verirken talebelere hitabet usul ve yöntemlerini anlatıyor. Düzgün, kibar, zarif cümleleri edebi ifadelerle, terimler ve terkiplerle süsleyip ilmi belagatle meramınızı ifade etmelisiniz. Rastgele, sıradan konuşmak muhataba tesiri azaltır, anlamında bilgiler veriyor ve her halükarda edebi üslubu bırakmamalarını tembih ediyor.
Olacak ya hoca bir gün medresede ders verirken hocanın arka tarafındaki mangaldan bir çıngı sıçrayıp hocanın kavuğunun üstüne düşmüş. Bunu gören hocanın talebesi haber vermek için hocasına sesleniyor.
__ Ey Hoca-ı bi misal, ey Hoca-ı Haşmet maab, ey hoca-ı mübarek; ol mangal-ı ateşten bir çıngı teyaran edüp zat-ı şahane-i merdanelerinizin başınızın fevkindeki sarığın üzerine inzal olup ol mekânda karar kılarak maatteessüf Zat-ı âlinizi tehlükeye maruz bırakmıştır, efendim!
Talebe edebi, sanatlı, süslü ve ağdalı ifade dolu cümlelerle hocaya tehlikeyi haber verinceye kadar, zaten sarığın yarısını ateş almıştır.
Evladım şunu kısaca “Hocam sarığına ateş düştü.” Diye haber versene, dediğinde, Muzip talebe: “Hocam sizden aldığım ilmi ve edebi terbiye, hitabet ve nezaket gereği yalın, basit, sıradan cümlelerle zatınıza hitap edip kelam serdetmeye hayâ ederim, diye cevap vermiş.
--*--
Askerden gelen çocuk, Karadeniz’de bir ilçede girdiği hırdavat dükkânından bazı malzemeler alıyor. O dükkânlarda keser, çapa, tırpan, şapka gibi her türlü malzeme satılarmış. Kendisine bir şapka alıp giymiş. Aynaya bakmış çok hoşuna gitmiş. Bir de babasına şapka alıp asker dönüşü hediyesi olarak sevindirmek istemiş.
Çocuğun baba dostu olan dükkân sahibi, gencin babasının vefat ettiğini biliyor. Baban öldü, boşuna şapka alıp borca girme diyecek ama bir türlü dili varmıyor. Acı haberin kendisinden duyulmasını istemeyen dükkân sahibi, Karadenizlilere has bir kıvrak zekayla acı gerçeği şifreli bir şekilde ifade etmiştir:
“Benim bildiğimi sen bilsin, senin bildiğini ben bilsem; benim bildiğim kadarıyla ikinize bir şapka yeter.” --*--
Kış aylarında çoğun azaldığı, azın tükendiği bir zamanda Ahmet’in iki öküzünden birisi ölür. Ahmet yoksul olduğu için onun yeni öküz alamayacağı gibi yemin, samanın bittiğini bilen celepler, her gün Ahmet’in kapısını aşındırırlar.
Her gün hayvan tüccarları Ahmet’in evine gelir, öküzün satılık olduğunu duyduğunu söyler. Ahıra giderler, öküzün ağzını elleriyle açarak dişlerine bakarlar. Ahmet’in istediği fiyatı yüksek bulur, aşağıdan, öylesine fiyatı verir giderler.
Her gün gelen giden, fiyat soran, düşük ücret teklif eden, öldüm fiyatı verenler öküzün fiyatını aşağı düşürmeye çalışırken her şey rutine dönmüştür. Hatta öylesine fiyat sorması artmış ki Ahmet evinden çıkmadan pencereden cevap verirmiş. Kendin ahıra gir öküze bak, fiyatı söyle dermiş. Gelen kasaplar, celepler kendileri ahırın kapısını açtığında satılık öküz uzaktan ağzını açarak müşterilere dişini gösterir olmuş!..
Onun için Afyonkarahisar yöresinde bu tabir şaşkın, durgun, dalgın ve dikkatsiz duran insanlara: “Ahmet”in öküzü gibi ağzını açıp anıdıp (dalgın) durma!” Derlermiş.