Seçimler yaklaştıkça siyaset arenası ısınıyor. Partiler üye toplama ve rakiplerinden adam çalma peşinde. Basında gördüğünüz gibi bolca rozet takılıyor ve bolca fotoğraf çektiriliyor. Bizde bu kadar siz de ne kadar? Diye hava atılıyor. Peki, esnafın, çiftçinin, emekçinin, işçinin, köylünün, mağdurun rozetini kim takacak? Onlar ucuzluk, indirim, adalet ve hürriyet talep ediyorlar. Geçim sıkıntısından kurtaran, haklarını tam tamına veren, tüm dertlere hakkaniyetle derman olan bir rozet istiyorlar. Rozet takmak için ceketimizin ucuna değil gözlerimizin içine bakın, artık dilimiz yoruldu gözlerimizden anlayın diyorlar. Rozet takma yarışı ile vakit ve enerji kaybetmeyin, kabukla değil esasla uğraşın, siyasetin kalitesini yükseltin hatırlatmasını yapıyorlar. Nil Karaibrahimgil’in; “Tek taşımı kendim aldım tek başıma kendim taktım girmesinler havaya.” Dediği gibi vatandaş kendi derdine yine kendisi derman bulmaya çalışıyor. Ne rozetin peşinde ne de rozet taktırmanın. Evine ekmek götürebilen şapkayı havada kapıyor. Kimse siyasetçilerinin kuru kavgalarının ve anlamsız davranışlarının peşinde değil. Kısacası vatandaş kendi derdine düşmüş durumda. Sizde gelin vatandaşın derdiyle dertlenin. Vatandaş mı rozet için? Yoksa rozet mi vatandaş için? Felsefi meselesini siyasetçilerin iyice tartışıp netliğe kavuşturmaları lazım. Siyaseti adam toplama seviyesinden kurtarıp üst bir seviyeye çıkartmak gerekli. Bilinçli, tutarlı ve halk için olan bir siyaset. Sadece birkaç milletvekili kazanma üzerine hesaplar yapmayan bir siyaset. Yani kısacası başında ve sonunda sadece vatandaşın kazandığı bir siyaset. Yoksa vatandaş tek başına kendi rozetini kendi takar ve kimseyi de havaya sokmaz.