Her Müslüman İslam dinin gerekliliklerine göre yaşamakla mükellef olduğu gibi dinine ait emirleri başkalarına tebliğ etmekle de mükelleftir. Ancak tebliğ hassas bir vazife olup tebliğin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tebliğ tarzına ve metoduna uygun olması şarttır. Yoksa dinimi tebliğ edeyim derken aksi sonuçlarla karşılaşılabilir ya da tam bir tebliğde bulunulamamış olur. Peygamberimiz(a.s.m) tebliğini yaparken nasıl bir vaziyette bulunmuş ve bu tebliğini yani dine davetini nasıl yapmış ise aynen öyle tatbik etmek gerektir. Öncelikle tebliğde bulunacak kişi inancında tam bir itminan(emin olma) ve itimat içinde olmalıdır. Bizzat önce kendisi tatbik etmeli sonra başkasına söylemelidir.”Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez” hakikatine uygun davranmalı, herkesten evvel kendisi yaşamalıdır. Kimsenin minneti altına girmemeli, kimseden maddi bir karşılık beklememelidir. Karşısına çıkacak müşkülâtlara karşı telaş etmemeli ve vazifesini yapıp vazife-i İlahiye’ye karışmamalıdır. Tebliğini yaparken tereddüt göstermemeli ve samimiyetten ayrılmamalıdır. Zühd ve istiğnadan uzaklaşmamalı, dünyanın fani güzelliklerine tenezzül etmemelidir. İşte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tüm bu hususlarda en önde ve en mükemmel noktadır. Kimse ona(a.s.m) yetişemez fakat ona(a.s.m) benzemeye çalışabilir.
“Fa’lem ennehû lâ ilâhe illallah” (Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed Sûresi, 47:19.) diyerek, vahdaniyeti ilân edip hakikati tebliğ edenler, bütün kuvvetleriyle, bütün hayatlarında tebliğ vazifelerini yapmalı ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tebliğ metodundan ayrılmamalıdırlar.
Teşekkürler