27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü
TİYATROYA ADANMIŞ BİR ÖMÜR
Anarşinin kol gezdiği, silahlı çatışmaların, sağcı-solcu kavgalarının ayyuka çıktığı karanlık kardeş kavgalarının son zamanlarıydı. Hala sokaklarda barut kokusu, kan izleri, insanlarda kuşku, korku ve ürkeklik hâkimdi. Aniden arabanın lastiği patlasa!Şaşkınlıktan herkesin kendini yere attığı toplum fobisi ve anlaşılmayan sinsi, paranoyadönemleri sanki geride kalmış gibiydi.
Yetiştirme yurdundaki gençlerle akşam tiyatroya gitmek için anlaştık. Tiyatro salonunda yerlerimizi aldık, Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesi” isimli oyunun başlamasını bekliyorduk. Işıklar söndü, salon karardı. Fon müziği ile sahnede yanan kısık ışık tarafına bakıyoruz. Bütün dikkatimizle ve heyecanla perde gerisinden sahne almak için kostümlerini giymiş, salına salına gelecek oyuncuları gözlüyoruz.
Arka tarafımızdaki kapı girişinden bir kadın çığlığı koptu! Sonra peş peşe silahlar patladı ve kalın sesli adamların korkutucu, emredici “Sus sesini çıkarma!..” Şamatalı tehditleriyle irkildik. Terör baskını, ya da sokak kavgası intibaı veriyordu. Önce kendim korktum, sonra yurt çocuklarına bir şey olur, endişesiyle ürperip tedirgin oldum.
Aynı kişiler, heyecanlı konuşmalarına, gürültülü, tartışmalı,agresif tartışmalarına devam ederek koşarak sahneye çıktıkları anda, oyuncu olduklarını anlayıp “Hele şükür!” Deyip arkamıza yaslanıp rahat bir nefes aldık. Oyunu keyifle seyretmeye başladık. Hapishaneden kaçan dört idam mahkûmunun genç bir bayan öğretmeni rehin alarak eski bir zeytin deposuna saklanmaları ve orada korku, macera, gerilim dolu dakikalar canlandırılıyordu. Hükümlünün iç dünyasında işlenmemiş insanlık duyguları, kontrolsüz mertlik, cesaret trajedisi, psikolojik korku ve öylede öldük, böyle de! Tükenmişlik sendromuyla, öğrenilmişlik çaresizleölümüne direniş fikri…
Baştan sona tavır, davranış, sesleriyle, sözleriyle, dekor ve kostümleriyle harika rolleriyle izleyenleri mest eden oyuncular, profesyonel oyuncu değiller. Konservatuarı bitirmemişler, tiyatro eğitimi almamışlar, drama kursları, sahne eğitimi görmemiş mahalli amatör sanatçılardı. Ama harika, etkili, başarılı rolleriyle seyircilerin merak ve heyecanlarını sürekli zirvede tutuyorlardı.
Hayrettin Özkılıç, reis lakabıyla başrol oyuncusu,iri cüssesi, kalın sesi, keskin, tavizsiz, şecaat arz eden heybetli tavırlarıyla sürükleyici korku, macera ve heyecan sahnelerinin yıldızıydı. Aynı zamanda oyunun yönetmeni olarak dışarıdan, seyircilerin arasından bağrış çığırışla yüreğimizi ağzımıza getirmek, meğer O’nun fikriymiş! Onun babacan tavırları, güzel Türkçesiyle dolgun ve mert konuşmaları oyundaki ahengi sağlıyor ve öteki oyuncuları peşinden sürüklüyordu.
Hayrettin Beyle o yıllarda tanışmıştım yüksek eğitimini yaptıktan sonra sanayici olarakiş hayatına atılmış. 27 yaşında Hacca gitmek nasip olmuş, muhterem ve mütevazı, halim selim bir insan. Ancak sahneye çıktığı zaman heybetiyle, tarzıyla, baskın konuşma üslubuyla, etkili rolüyle kabuğuna sığmayan bambaşka bir kişilikle oyunda göz dolduran kahraman oluyordu.
O’nu mutlu eden ne para, ne menfaat, ne servet, nede başka bir şey… O’nun gönlü kulislerde, sütre gerisinde rolünün sırasını beklemek, sahne tozlarını teneffüs etmek, perdeler açılınca seyirciyle buluşup bütün hissiyatıyla, duygularıyla ve yetenekleriyle oyunun hakkını vermek, İnsanlara olumlu mesajlar sunmaktı. Sonunda öteki oyuncularla ele ele tutuşup selamlamanın verdiği anlatılmaz, derin haz ve sanat aşkı taşıyan bir Afyonkarahisar beyefendisi…
O yıllarda arkadaşlarıyla sahneye koyacakları bir oyunun provasına Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncularından Tugay Tanülkü’yü davet etmişler. Bunların oyunlarındaki başarıyı, el, kol, mimik hareketlerini, tavır, davranışları ve oyuna kattıkları heyecanı izlerken ağlamış! Amatör bir gurubun başarısı O’nu duygulandırmış. Demiş ki: “Devlet tiyatrosunda bir as oyuncu vardır. Bir yardımcı ve figüranlar vardır. Bakıyorum sizler amatör değil, hepiniz başarılı birer as oyuncusunuz.” Diye hissiyatını ifade etmiş.
Hayrettin Özkılıç 1940 doğumlu,kendini yetiştirmiş, bilge bir insan. Tarihi ve kültürel değerlere bağlı, icra ettiği sanatı; imanla, mefkûreyle, ahlak ve faziletle süslemiş bir gönül erbabıdır. O Afyonkarahisar’da yazdığı ve oynadığı tiyatro eserleri,mahalli gazetelerdeyayınlanan yazı veşiirleriyle bilinir.Sanat faaliyetleri sürdürmüş,topluma kültür hizmetleri sunmuş, sanatçı kişiliğiyle sanayici iş insanı vasfını birleştirmiş başarılı, değerli, sevilip sayılan bir gönül insanıdır.