“Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;/Şimdi dağlarında mor sümbül vardır./Ormanlar koynunda bir serin dere,/Dikenler içinde sarı gül vardır.” Rıza Tevfik Bölükbaşı, gurbet elde doğduğu yeri, hasretle yâd etmiş. Haşmetli dağlar, sarp kayalıklar, gür ormanlarla kaplı, yüksek tepeler, dereler, göller memleketimizin asude yerleridir. İnsana ferahlık veren, ruhunu rahatlatan, şirin, tatlı, hoş mekânlardır. Rüzgârın sesi, ağaçların hışırtısı, derenin şırıltısı, kuş cıvıltıları ilahi aşkın terennümlerini seslendiren bir musiki edasıyla duygularımıza hitap ederler, ruhumuzu dinlendirir…
Etrafımızda arz-ı endam eden her cins bitkilerin şekli, kır çiçeklerinin rengi, kekik kokuları, yarpuzlar, yeşilin tonları, çay otları, böğürtlenler, papatyalar, çam havası, serin suyu daha sayamadığımız tabiattaki güzellikler, zenginlikler, bolluklar bütün ihtişamıyla, cömert ikramlarıyla insanları karşılar. Etrafınızda ötüşen kuşlar, uçuşan kelebekler, arılar, koşuşturan karıncalar, çeşitli böceklerin her hali, şekli, yapısı, sanatı, hareketi, neşesi görenleri oyalar, eğlendirir, hoş bir letafetle düşündürür.
Yüksek servi, sedir, çam, ardıç ağaçlarının uzayıp giden uçları size mavi gökyüzünü işaret eder, kar kütlesi gibi akıp giden bulutları gösterir. “Bununla beraber kâinatın her bir âleminde, her bir taifesinde, esma-i hüsnadan bir ismin unvanı tecelli eder.”Rabbimizin kudretini, azametini her şeyde ve her yerde nizam intizam içinde işlediğini, gerçekleştiğini söyler, idrak ettirir.
Geçtiğimiz Pazar günü arkadaşlarla misafir olduğumuz Sultandağı’nın anlatmaktan aciz kaldığımız muhteşem güzelliklerine misafir olduk. Şehrin sıkıcı, kasvetli, yorucu, gürültülü ikliminden güzelliklere bürünmüş, çiçeklerle bezenmiş, nezih, sakin ve sade, rüya gibi huzurlu bir âleme seyahat etmenin mutluluğunu tattık. Gönül ferahlığı, duyguların rahatlığı, mekânın güzelliği simalara yansıyor, sohbetlere lezzet katıyordu. Dağların haşmeti, ibadette huşuyu, şevki ve süruru artırıyor. Namaz vakti okunan ezan sesi yamaçlara yansıyor, yankı yapıyordu. “Ya Cemilü Ya Allah” nidalarıyla tesbihatlar, dualar, niyazlar arşa yükseliyordu…
Bediüzzaman’ın “Barla'da Çam Dağı'nda yüksek bir mevkide, gecede semanın yüzüne baktım.” İfadesi ile kaleme aldığı muhteşem hitabet, “Yıldızları konuşturan bir yıldızname” Sultandağı’nda ormanların içinde genç bir kardeşimizin heyecanlı, duygulu, vurgulu hissiyatıyla seslendirmesini şiir tadında dinledik. “Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine/Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş…” yani (Yıldızların şirin, tatlı, latif hitabetiyle anlatmak istediklerini dinle…/ Allah, nurlu hikmetli terennümlerle, seslerle bak ne güzel konuşturuyor…)
Metnin sonundaki haşiyede,“Yani Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizat-ı kudret teşhir edildiğinden...” Zemin yüzünün bahar ve yaz sayfasında Cenneti hatırlatan güzellikler, renkler, ziynetler, süsler, sanatlar bir nebze Sultandağı’nda tecelli ve tebessüm etmiş. O tebessümler ruhumuzu ısıttı, içimizi ferahlattı. O gün güzellikler içinde rüya gibi geçen zaman, huzur ve mutluluklar bahşetti…
Geçen dakikaların sonunda, yamaçlardaki gölgeler ve ufuklardaki kızıllıklar grup vaktini, gün batımını, fenayı, zevali vedayı haber veriyordu. Güzel bir mekânda maddi ve manevi ikramlar, tatlı sohbetler, hoş hatıralarla huzur içinde ayrıldık.