Eylül 2022’de bir yakınımızın cenazesi için Asri Mezarlıktayım. "Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var." Sözünü hatırlıyorum. “Bir an-ı seyyale” gibi geçip giden ömür dakikaları ebedi hayata göre, göz açıp kapamak kadar kısa, dar ve hiç hükmünde. Geçmiş yıllar ve mevsimlere bakınca fani ve geçici zamanın süratle zevale gittiğini anlıyoruz…
Yazar Ali Hakkoymaz’ın “Eylül ya da veda” yazısını okumuştum. Nerdeyse ezberimde diyebilirim. Bir şiir, beste, bir su gibi akacı, tatlı ve latif tabirler, tarifler, teşbihler, teşhisler ruha tesir ediyor, tefekkürlerin tezahürüne vesile oluyordu. Zamanın hüzünlerinde eylülü konuşturmuş. Yazı bir eylül bestesinin aşk terennümleri gibi ayrılığı, ölümü, gurbeti anlatan duygulara, İlahi nağmelerin izini bırakmış.
“Şimdi başını kaldır, şu kâinata bak, onun ile bir konuş.” Sözü varlıklarla konuşmayı, nizam ve intizamı anlamayı ve yaratılış sırlarını tefekkür etmeyi tavsiye ediyor. Çevremizde dehşetli, korkunç, karamsar görünen olaylara, objelere, ölen, çürüyen göçüp giden her şeye, imanla tefekkür ederek bakınca mütebessim, gülen, nazinane, niyaz ve tatlı, hoş, latif, hikmet ve rahmet dolu olduğunu anlarız.
Sonbahar, ikindi vaktinin vedasını andırıyor, akşam ve gece işaretleri gibi biteviye görünüp kayboluyor. Sonbahar renklerinin hüzünlü güzellikleri her tarafa sirayet etmiş. Sürurun, sabrın ve şükrün dersini veriyor, düşlerin, düşüncelerin lezzetini artırıyor…
Asri mezarlığın biraz ötelerde huzurevi vardı… Uzun yıllar yaşlılarla gönül birliği yapmış, mesailer harcamıştık. Hürmet ve muhabbet üzerine dostluklar kurmuştuk. Samimi muhabbetlerle maziyi ve zamanı kayıt altına alıp satırlara sığdırıp sabitlemeye çalıştık birlikte. Çay sohbetleriyle hayatı ve hatıraları hikâye ettik, geçmiş günleri hasretle yâd ettik. Gelen her sonbahar, sessiz gemi misali ölüm habercisi gibi hüzünlü ayrılıkları, sessiz vedaları hatırlatırdı.
Önümüzden gidenlere bakarak, geleceğe, pembe umutlara pek fazla bel bağlamazdık. Rüzgâr gibi zamana sözümüzün geçmediğinin farkındaydık. Alın yazısına, teslimiyetle mukadderat derdik. Çünkü hikâyeler hep yarım kalırdı. Ertesi gün devam edeceğimiz anılara ani bir sukut ve sükûnetin gölgesi düşerdi. Yirmi sene hep matemli sonbaharı yaşadık gidenlerle. Yaşlıları matemle uğurladık birer birer sonsuz dar-ı bekaya. Sonra huzurevi binası metruk oldu, yıkıldı. Şimdi Asri Kabristandayım, gidenlere dua ile yakın mesafede. Huzurevi bahçesinde insan sesi, nefesi yok, yıkılmış binadan eser kalmamış. Harap bahçesinde yapraklar tarumar hüzünlü sonbaharın sükûneti görünüyordu uzaktan.
Keçecizâde İzzet Molla güzel ifade etmiş:
“ Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehi gül-sitân harâb”
Yani: Bu dünyanın öyle bir ilkbahar mevsimine rastladık ki
bülbül susmuş, havuz boş, tenha, gül bahçesi harap olmuş…
Tabiattaki sessiz mekânlar, vedalar, ayrılıklar, ölümler hüzünlü sonbaharlar yüksek sesle zamanın ve ömrün rüzgâr gibi geçtiğini anlatıyor…