Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimizin (asm) Huzurundan Salâvatlar, selam, dua ve hüzünlü gözyaşı ile veda etmiştik. Ruhumuzu cezbeden, kalbimizi mest eden mekânların manevî güzelliklerinden, coşkun okunan ezanlardan, huşudan, huzurdan, ziyaretten yeni ayrılmıştık.
Şehrin çıkış noktasındaki görevliler, güler yüzle, ikramlarla uğurlasalar da veda ettiğimiz Fahr-i Âlem Efendimizden (asm) buruk ayrıldık. Salâvat-ı Şerifelerle gönlümüzü teskin ederek Mekke yolculuğumuz başlamıştı.
Ağustos sıcağında etrafımızda seyrettiğimiz uçsuz bucaksız çöl manzarası… Güneşin yakıcı sıcağı, ışıltılarla dalga dalga kurak çöllere serap gibi yansıyor. İçimizde tarifi imkânsız ayrılık hasreti, gördüklerimizle birleşince duygularımız Mecnunu hatırlatıyordu.
Neyse ki serpiştiren yağmur damlacıkları, gelip geçen bulutların serinlik veren akışı ufkumuzu değiştirdi. Tefekkürle Rabbimizin her yerde tecelli eden hikmet ve rahmet eserlerini düşündük. Asırların ötesinden çöle inen Nur, kâinatı ve mevcudatı aydınlatmış, insanlara sahibini, malikini tanıtmıştı. Günde beş vakit minarelerden okunan ezanlar, o ulvî hakikatlerin ilân namesi...
Akşam vakti geldiğimiz Mekke’de Kâbe heyecanıyla birlikte, gündüz gibi aydınlatan sokak lambalarıyla etrafı görmeye çalışıyorum. Şehre girişte işlemler kontrol edilirken otobüsteki yolculara pet şişelerle zemzem dağıtan genç, “İstanbul!” demesi üzerine Arapça teşekkür ve birkaç kelâm serd ederken baktım, öğrendiği Türkçeyi fasih dille telâffuz ediyordu.
Kenar mahallelere yeni apartmanlar yapılmış. Şehir merkezine doğru tarihî evleri olan eski mahalleleri görüyoruz. Yüksek tepelerde, kayalık sırtlarda küçük evler, eski yapısıyla, tarihî dokusu ve mütevazı duruşuyla çağın gökdelen anlayışına direniyorlardı.
Kâbe’ye yakın, Ebû Kubeys Dağı’na nazır yüksek bir tepenin üstünde eski, küçük, şirin bir ev gözüme ilişti. O evin önündeki patika yol dâhil, çok katlı otel inşaatı için kayalar parçalanmış! Zemine kadar kazılarak büyük bir uçurum meydana gelmiş! Sonrası gökyüzüne yükselecek soğuk, mağrur beton yığınları…
Kim bilir o metruk ev, kaç aileye yurt yuva olmuştu? Kaç insan, yüksekten gördüğü Kâbe’nin feyziyle ve ibadet aşkıyla, istikametle o küçük yuvada ailesiyle ömür sürüp ahirete intikal etmişlerdi? Bilinmez!
Merakla etrafıma bakınıyorum. 1439 senedir Mekke’de çok şeyler değişse de değişmeyen o kadar çok şey var ki meselâ Kâbe, etrafta görünen haşmetli kayalıklar, dağlar, tepeler, mekânlar ve oralarda yankılanan ezan sesleri…
Onların hepsi zaman ötesinin şahitleri olarak Sevgili Peygamberimizi (asm) ve güzide sahabelerini hatırlatıyor. Sonra asırlarca dolup boşalan Müslümanların o kutsal mekânları… Hoşâmedî ziyaretleri…
Rahmet ve bereket şehri Mekke-i Mükerreme’de ibadet aşkıyla geçen günlerimizi hayalen hatırlıyoruz. Kâbe-i Muazzama’yı görme, kavuşma, heyecanı coşkulu “Lebbeyk…” sesleri, nidalarıyla hac için gelen Müslümanlarla birlikte umre, tavaf, say, vakfede yakarışlar, Kâbe etrafında dünya Müslümanlarıyla omuz omuza aynı dairede ve saflarda dualar, zikirler, tesbihlerle tavaf yapmak, huşu ve huzur ile namaz kılmak, Kur’ân okumak, Cevşen ve tesbihat dualarıyla Allah’a nidalar etmek…
Kulaklarımızda çınlayan ezan sesleriyle Rabbimize bütün ruhumuzla teslimiyetin, ilticanın, yakarışın insan ruhuna verdiği manevî huzuru ve lâhuti lezzetlerin sağanaklar halinde tecelli ve inşirahları… Her bir dakikası kıymetli, önemli, sevinçli, latif vuslat zamanları…
Gelip geçerken tepenin zirvelerinde gördüğüm o eski küçük evde Kâbe’ye yönelip namaz kılmak isterdim. Sonra Arafat, Sevr, Nur, Faran dağlarının temaşası… Ebû Kubeys Dağı’ndan güneşin doğuşunu, Safa Tepesi tarafından Kâbe’ye yansıyan manzaralarını… O yüksek mekândan Mekke’yi seyretmenin hazzı… ayrılık sonrası içimde kalan bir ütopya.
O tepedeki ev, zaman tüneli gibi Asr-ı Saadete alıp götürse… Karşıda görünen Ebû Kubeys Dağı’nın üstünde gerçekleşen “Şakkı Kamer Mucizesi” gerçeği gördükleri halde müşriklerin; Kinde, inatta, isyanda ve inkârda ısrarları!… Müslümanların; imanla, ihlâsla, tevekkül, sadakat ve teslimiyetle Peygamberimizi (asm) tasdik ettikleri huzur ve saadet asrını hayalen görürdük.
O mukaddes mekânlarda her şey Rabbimizin (cc) emirlerini, her yer Peygamberimizi (asm) ve güzide sahabelerini hatırlatıyor... Tepedeki küçük bir ev, tedai-yi efkârla güzel hakikatleri akla getirirse; misafir olduğumuz Allah’ın evi Kâbe, insanlarda ne kadar ulvî ve Kutsi âlemlere, manalara, sırlara yüceltir, hangi manevî iklimlere, derinliklere pencereler açar? Kıyaslanmaz…