Şehrin batı yakasında, bahçeler içinde Fikir tepesi olarak bilinen asude bir mekân vardır. Mutalip bağlarına, bahçelerin yeşilliklerine, dağlara ve ufuklara nazır ve yüksekçe bir tepenin üzerine kurulmuş heybetli bina, o çevrede her yerden görünürdü. Orası, uzun bir zaman yaşlı insanlara kucak açmış, dumanı tüten, sıcak, şefkatli bir yuva olmuştu.
O çatı altında yıllarca yaşlı insanlar, kalabalık bir aile anlayışıyla birlikte yaşamışlar. Hayatın farklı renkleri, beklentileri, hayalleri, hatıraları, sevinçler, hüzünlerini orada paylaşılmış. Ailesinden, çevresinden ve sosyal statüsünden kaderin cilvesiyle ayrılıp gelen insanlar, son yolculuğuna kadar orayı yurt edinmişlerdi. Yüzlerce insan, yeni bir çevre, farklı bir dünya ve başka bir hayat düzeni kurarak ömürlerinin kalan kısmını o mekânın çatısı altında tamamlamışlar…
Yaşlı insanlar için yaşadığı mekânın ayrı bir değeri, yeri ve önemi olduğunu orada öğrendim. Onların dünyasını kırk yaşımda tanıdım. Bir yönetici gibi değil; hayatın renklerinden ve insanların farklı mizaçlarından, tecrübelerinden, birikimlerinden öğreneceğim çok ibret ve tefekkür olacağı idrakiyle yaşlıların rahle-i tedrisine oturup irfan dersleri almak nasip oldu…
Onların duyguları, hissiyatları, fikir ve düşüncelerini dikkate alarak imanın verdiği güçle hayata pozitif pencereden bakarak “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Düsturuyla her şeyin güzel tarafın görmeye çalıştık. Yaşlı insanlarla, yirmi sene o mekânın havasını birlikte teneffüs ettik. Yirmi baharı birlikte karşıladık sevinçle… Bir o kadar da sonbahar duygularını, hüzünlerini yaşadık. Valiziyle yeni gelenleri güler yüzle karşıladık, kefeniyle kimsesiz ayrılanları gözyaşları ile uğurladık…
Yıllar orada çık hızlı geçiyordu. Ya da bize öyle geliyordu. Vefatların çokluğu, ölüm gerçeği, hayatı ve umutları da kısaltıyormuşçasına hızlandırılmış film gibi günler gönül dünyasından bir şeyler alıp götürüyordu. “Şu meşher (sergi) ise, her dakika tahavvül ediyor (değişiyor). Giden gelmez; gelen gider.” Sözlerini hatırlıyorduk. Sessizce ayrılıp gidenler, yerini yeni geleceklere miras bırakıyordu.
Huzurevi binasının ihtişamlı duruşu, yirmi bin metre kare bahçesiyle, su kuyusuyla sulanan ağaçlar, çiçekler, meyvelerin muhteşem manzarası, çevre güzellikleriyle yüzlerce insanın hayatına, hatıratına, gizemli dünyasına, özel hayatına tanıklık etmişti.
O müstesna mekânlarda yapılan sohbetler, anlatılan kıssalar, yapılan muhabbetlerden bazılarını okurlarımız “Huzur Evi” Köşemizden takip ettiler. Yaşlılar kendi hatıralarını gazetede görünce duygulanır, gözleri yaşarırdı. İçini çekerek: “Bunları, torunlarıma anlatmayı çok isterdim…” derlerdi.
O binanın tanıklık ettiği yazılmayan günlükler, anlatılmayan dertler, söylenmeyen sevinçler, sitemler, şikâyetler, üzüntüler, kederler, yapılan dualar, beddualar… Bu dünyada gönlünü açacak bir muhatap olmadığı zaman, o çatının altından gecenin sessizliğiyle arş-ı âlâya Rahmet-i İlahiye yükselen nice ibadetler, zikirler, arzular, niyazlar vardır, bilinmez…
Şimdi boşaltılmış metruk huzurevi binası, gönüller üzerine kurulmuş bir imparatorluğun çöküşünü andırıyor. Her an yıkılacağı günü bekliyor. Duvarlarında, tavanlarda maziden kalan yaşlı hatıraları, makbere dönmüş enkazlara karışıp yok olacak! Geniş ve güzel arsa üzerine geleceğe hitap edecek yeni bir hizmet binasının filizlenmesini ümitle temenni ediyoruz…
Özveri ,şefkat,alihimmet,bilgelikle 20 yılı aşkın idare edilen bir huzurevi. Bina beden çalışanlar bedenin azaları .Binaya ruh çalışanlara baba gibi bir komutan.İşte o metruk binada yaşanan mazi.....