İMARET CAMİİ
Beş yüz kırk altı yıldır inananların günde beş defa ibadet ettiği, huzur ve huşu bulduğu bir mabet, Afyonkarahisar İmaret Camii. Asırlara hükmeden ihtişamlı görünüşü, estetik nakışları, mermer sütunları, kemerleri, kubbeleri, yivli, burma minaresiyle sanat harikası tarihi bir ibadethanedir.
Sadrazam Gedik Ahmet Paşa tarafından 1472 yaptırılan külliyenin kronolojik bilgilerinden öte, manevi heybetiyle, saflar dolusu insanların asırlardır namazları, niyazları, duaları, zikirleri arş-ı alaya dalga dalga yükselen, salat-ü selamlara vesile olmuş o muhteşem mabet.
Müminler, İlahi emri yerine getirmek için yıllarca, günde beş defa koşuşturmuşlar o kutsal mekâna. Kardeşçe saf tutmuşlar, omuz omuza vermişler. Tekbir sesleri yükselmiş dudaklardan, diller Fatiha’lar okurken, kalpler manaları tasdik etmiş. Hafızların seslerinden yükselen Kur’an ayetleri kubbede çınlayan akustik ses dalgalarıyla gönüllere akmış, ilahi aşkı hatırlatan terennümleriyle... Cami, cem etmiş insanları, rıza-i İlahide buluşmuşlar, birlik beraberlik içinde çarpmış yürekler...
Rükûda eğilen ve secdeye varan başlar, rahmet âlemlerinin manevî miracına yükselmenin hazzını yaşamış ruhlarında, kul olmanın lezzetini tatmış gönüllerinde... Yorulan, yaşlanan, hastalananlar takdir olunan vade yetince omuzlardan yükselmiş huzur-u Rabbaniye, bargâh-ı İlahiye yıllarca o mekândaki musalladan... Yerine yeni nesil kuşaklar kaldığı yerden devam edegelmiş imanla, ihlasla ibadetlerine...
Orası tarihi Hamamıyla, Taş Medresesiyle, Şadırvanı, geniş bahçesiyle ecdat yadigârı bir külliye. Eskiden ön tarafında sadaka taşları varmış. Muhtaç olanlar, kimseden minnet almadan, el açmadan ihtiyacı kadar alır, işini görürmüş. O mekânlar boş olmaz derler. Her zaman farklı, sırlı, bilinmez, erilmez Allah dostlarının, hak aşıklarının O selatin Caminin manevî ikliminden feyz aldıkları söylenir.
Oranın müdavimlerinden, herkesin tanıdığı, biraz safça, bazen mazbut, bazen meczup görünen Ahmet vardır. Kimseye zararı yoktur. Konuşmaz, görüşmez, mahcup ve mütevazi bir bakışı, utangaç duruşuyla cemaatin arasında geçer günleri. Akşam olunca evine gider. Bir akşam vakti, İmaret Camii ’de namaz kılırken Ahmet’i hatırladım. İçimden akşamları olmaz ama buralarda olsa da bir miktar yardım etsem diye düşünürken Ahmet geldi, yanımda namaza durdu. Namazdan sonra gönlümden geçen miktar, Ahmet’in nasibi oldu.
Bir de küçük boylu, minyon tipli, saf, temiz, çocuk ruhlu Tevfik vardır. Saf olduğu kadar, sempatik, kendi halinde bir cami kuşu. Elinde tespihle namazda cemaatin arasında dolaşır, sessizce dua eder, konuşur kendi kendine. Hocanın yanına oturur, elini açar âmin, der. Namaz kılan cemaatin başından namaz takkesini alıp başı açık olanlara giydirdiği olur. Onun mırıldandığı dualar fazla anlaşılmaz. Bir gün camide yanımdan geçerken: “Allah’ım rahmet ver!” der gibi mırıldanıyordu. Dışarı çıkınca havanın bulutlandığı ve yağmur çiselediği olmuştu. Cemaat namaz sonrası dua için ellerini kaldırdığı zaman bezen Tevfik’in tekrarladığı duası fasih bir şekilde anlaşılır: “Allah’ım ateşe atma!” sözlerini, yalvarmalarını bazen ürpertiyle hatırlarım.
Efe Dayı’nın hikâyesi biraz farklı. Soğuk bir kış günü dışarıda kalır. Sığınmak için gittiği hamamın külhanı kapalıdır. Camiye bakar kilitli. Arar tarar sığınacak bir kuytu yer bulamaz. Tabutun içine girip gecenin ayazından kurtulmaktan başka aklına çare gelmez. Tabutun içinde derin uykuya daldığı sırada müezzin sabah ezanını okumaya gelir. Oraları derleyip toparlarken takırtıdan Efe Dayı rahatsız olur, uyanır. Avazı çıktığı kadar bağırır: “Ya bana burada da mı huzur yok?” Kalkar oturur! Bu durumda görevli çok korkar, kaçar. O zamanın müftüsüne durumu bildirirler. Böylece Efe Dayı’nın huzurevi hayatı başlar ve vefat edinceye kadar orada kalır…