Son cemrenin toprağa düştü günün, ikindi sonrası Kadınana Caddesindeyim. Akıp giden kalabalıklar içinde sessiz adımlarla yürüyorum. Etrafta olan bitenler, insan manzaraları ve kendi âlemimde derin mülahazalar…
Bahar müjdesi cemreler, gönül iklimimizde sıcaklığın, samimiyetin, bolluğun, bereketin işaretleri… Cemrelerin ardından bütün mahlûkat canlanır, kıpır kıpır yeniden dirilir. Baharda ağaçlar, kuşlar, kelebekler çiçek renkleriyle süslenir, nevruz bayramını karşılar.
Yeniden hayat bahşedilen canlıların süslü, sanatlı, renkli, şirin, sevinçli nağmeleri, koşuşturmaları tabiatı canlandırır, heyecanlandırır. Her birinin rızkı ve ihtiyaçları ayrı ayrı karşılanır.“Evet bahar, mahzen-i erzak bir vagondur, gaibden gelir.” Yeryüzü rahmet hazinesinden gelen enva-i çeşit nimetlerin, rızıkların, ikramların sofrası olur.
Her tarafa renkli, rayihalı, desenli deste deste güller, öbek öbek çiçekler serpilir. Cemreler, cennetasa bahar sevincinin, sürurunun işaret fişekleri gibi rahmetle iner arzın kalbine. Bahar sergisi, İlahi sanatkârın hızlı, ani, canlı sanat eserlerinin teşhirgâhıdır. Muhteşem güzellikler, harika manzaralar kâinatın sahibi Rabbimizi tanıtır, isimlerinin tecellilerini gösterir, tezahürlerini anlatır…
İkindi vakti yaşlı gezegenimiz ve içinde bulunduğumuz seyahatin esrarı, anlamı ve gerçekleri düşündürüyor. Kâinata nazaran hiçten, yoktan zerre kadar küçük cismimize vücut verilmiş, perdesiz hayat bahşedilmiş. Varlıklar içinde en yüksek paye ve mertebe ile eşref-i mahlûkat makamı ihsan etmiş…
Kâinattaki nizam ve intizamı, sırları ve şifrelerini tefekkürle anlamak; yaratıcımızı tanımak için akıl, fikir, kalp, ruh gibi hazineler kıymetinde latifeler, duygular, hisler yeteneklerle donatılmışız. Üstad, insanı şöyle izah ediyor: “Sen, çendan nefsin ve sûretin itibâriyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi….”(Sözler)
Üzerinde bulunduğumuz Caddede, beraber yürüdüğümüz şu insan seli kalabalıkları kaç asırdır taşımıştır? Diye düşündüm! Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubat 1302 yılında vefat etmiş. Caddeye adı verilen, Kadınana Asiye Sultan, Selçuklu Sultan’ın hayırsever üç kızından biri. Anlaşılıyor ki "Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var!" Dünyanın fani olduğunu ders veren ölüm gerçeği, Rabbimizi tanıyıp ebedi, baki ve daimi memlekete olan yolcuğunu hatırlatıyor…
Bediüzzaman’ın Afyon hapsinden tahliye olunca kaldığı, Bediüzzaman Evinde ikindi namazı sonrası genç bir öğrencinin Onuncu Sözden okuduğu mesele, elmas ve mücevherler kadar kıymetli Kur’an semasının hakikatleri. Asrın hastalıklarını tedavi eden tevhit ve haşiri ispat eden akli, mantıki, kıymetli deliller. Her bir cümlede tahkiki imanı telkin, tahkim ve izah eden ilmi deliller…
“Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?...” “Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitap içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve, bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var…”(Sözler)
“Göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” Akşam saatlerinin serinliği başladı. Güneş ufuklara kızıllıklarını bıraktı. Mavi derinliklerde bulutların akışı geçen zamanı hatırlatıyor. Kuşlar yuvasına çekildi. Dağılan kalabalıklarla Kadınana Caddesi’nde etrafta olan bitenleri ne kadar ibretle, hayretle mülahaza etsem de akşam vakti, ömürden bir gün daha uçup gitti…