Çanakkale Savaşı, milletimizin zalimlere karşı imanla, cesaretle ve şehitlerin kanıyla kazandığı şanlı zaferlerdendir. Tarihin altın sayfalarına ibret-i âlem için kanla yazılmış bir kahramanlık destanıdır. Bir milletin her türlü imkânsızlıklara rağmen canı pahasına kin ve intikamla gelen zırhlı düşman donanmalarını nasıl perişan ettiğinin belgesidir. En modern donanmalarla, silahlarla, mühimmatla toplanmış gelmiş azgın Avrupa zalimleri, Çanakkale’de Mehmetçiğin iman dolu göğsüne çarparak bozguna uğramıştır. Çanakkale, Dini, Vatanı, Bayrağı uğruna “ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim.” İnancıyla ölüme koşarak giden memleket evlatlarının, yedi düvele karşı “Geçilmez” olduğunu ispatladığı yerdir.
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyada eşi? / En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.” Ordumuzun, dünyada eşi benzeri görülmeyen çetin şartlarda Çanakkale savunmasında gösterdiği kahramanlık hatıraları, dillere destan olmuştur. Kibirli itilaf zalimleri, Çanakkale’de “Hasta adam” dedikleri milletimizden unutamayacakları ders alıp gitmişlerdir.
Çanakkale Savaşı, düşman için “geçilmez” olduğu gibi, milletimiz için de unutulmaz dersler, hatıralar, kahramanlık numuneleri bırakmıştır. 1915 Çanakkale’de Osmanlının eğitim kurumlarında yetişmiş münevver insanlar, asteğmen rütbesiyle savaşa katılmışlar. Tüm okullar tatil olmuş, eli silah tutan gençler cepheye koşmuşlardı. Kutsal vatan toprakları uğruna gencecik fidanlar, şahadet mertebesine yükselmişler.
“Beni tanımadın mı? Baba!”
Bu söz, on beş günde 18 bin şehit ve 30 binden fazla ağır yaralı erlerin içinden Tabip Komutan Tarık Nusret’i en çok etkileyen bir sesdir. Savaşın çetin şartları bütün şiddetiyle devam ederken siper gerisinde kurulan sıhhiye çadırlarında kıt imkânlarla yaralı erler, tedavisi edilmeye çalışılır. Morfin (ağrıkesici) bulunmayan kıt bir tıbbı malzemeydi.
Sıhhiye erlerinin sedyelerle getirdiği yaralı askerlerden ancak tedavi ile kurtulabilecek olanlara morfin yapılarak müdahale ediliyordu. Ağır yaralılara müdahale için zaman, morfin ve imkân yoktu. Sedye ile çadırın önüne getirilip masanın üzerine bırakılan erlerden biri için Dr. Tarık, bunu götürün demesi üzerine “Beni tanımadın mı? Baba!” Sesine oradakiler dikkat kesilir. Doktor, elindeki morfin şırıngasını göstermeden oğluna geleceğim, der. Sıhhiye erlerine, gölgelik bir yere götürmelerini söyler!
İşler hafifleyince oğluna gittiğinde şehit olduğunu görür, dua eder. Oğluna boşa zaman ve morfin harcamayan inançlı, fedakâr Dr. Tarık, hatıralarda, dualarda ve gönüllerde yerini almıştır…
Destan içinde “Destan”
Albay İbrahim Hulusi Yahyagil,(1896-1986)* evlad-ı resuldendir. Harbiye’de eğitimine devam ederken, Birinci Dünya savaşı başlamasıyla vatan savunması için cepheye koşar. 1915’te 19 yaşında, asteğmen olarak Çanakkale Savaşına katılır. Hulusi Bey, Anafartalar Conkbayırı Muharebesi’nde 25.Alayın 10.Bölüğüyle savaşın en yoğun çarpışmalarında bulunur.
İstanbul’dan getirilen topların cepheye taşınması için düşmanın göremeyeceği ormanlık ve patika yollar seçilir. Atlarla çekilen ağır toplardan biri bataklığa saplanır. Atlar ne kadar hamle yapsalar da bir türlü topu saplandığı yerden çıkaramazlar.
Derken Hulusi Bey, devreye girer. Birliğinde bulunan “Destan” isimli atı getirip diğerlerinin yanına bağlar. Ve bir insanla konuşur gibi boynuna sarılır, “ haydi yavrum, bu din işi, iman işi, vatan işi, göreyim seni” diye konuşur. Atlar son kez kırbaçlanır dehlenir. Büyük bir hamle ile o ağır top saplandığı yerden çıkarılır. Destan ise yaptığı hamle sonunda cansız yere serilir. Zira takatinin üstünde gösterdiği hamlede çatlayarak ölçmüştür!
Hulusu Yahyagil, Çanakkale’de yaralandığını söyle anlatmış “Son taarruzda bütün subaylar ve erler abdestli olacaktı. Şayet su bulunmazsa teyemmüm edilecekti. 8 Ağustos 1915’te yüzümden, kolumdan, göğsümden yaralandım. Yaralandığım gece Kadir Gecesiydi. Karadan denizden top mermileri patlıyordu. Bir top mermisi önümde patladı…” Ağır yaralanır. Kan kaybından tedavisi mümkün görünmeyen Hulusi Yahyagil, şehitlerin arasına bırakılmıştır. Sonra Allah’ın inayetiyle kendine gelince seslenir, tedaviye alınır.
“Hulusi Bey’in tedavisi yaklaşık beş ay sürer. Ocak 1916’da tekrar cepheye döndüğünde üç gün sonra zafer ilan edilir. Düşmanlar büyük bir hezimet içinde Çanakkale’yi terk eder.”
Çanakkale gazisi Hulusi Yahyagil, çeşitli cephelerde savaşır. 1929 yılında Eğridir’de Yüzbaşı rütbesi ile görev yaparken Bediüzzaman’la tanışır, saffı evvel âlim talebelerden olur. Ona ve tüm Çanakkale şehitlerine Allah rahmet eylesin.
*Atasoy İhsan, Nur’un Birinci Talebesi, Hulusi Yahyagil.