Yıllar önce, 1 Ekim Dünya Yaşlılar gününde bir etkinlik yapmayı planlarken; sakinlerimize bugün ne yapalım diye sordum. Hemen hemen hepsi geziye gitmek istediklerini söylediler. Bu umumi istek bana da çok mantıklı geldi. Günün, ayın, yılın her saatinde aynı mekânda, aynı arkadaş ortamında kalan insanların gezmeleri, dolaşmaları, seyahat etmeleri onları çok ferahlatacaktı. Peygamber Efendimiz: “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” buyurmuşlardır. Gidebileceğimiz yerler: Şehitlikler, tarihi yerler, müzeler, alışveriş merkezleri, şehir dışındaki bir restoran v.b. düşünürken birden aklımıza kavunu ile meşhur; kavun festivali yapılan Fethibey Kasabası geldi.
Orada yaşayan, bizi zaman zaman misafir eden, Huzurevi Gönüllüsü, hayırsever Mehmet Karayaka’nın bizleri tereddütsüz misafir kabul edeceğini iyi biliyordum. Böylece şehrin yorucu, gürültülü, kasvetli ve yüksek tempolu yaşantısından bir nebze uzaklaşmayı planladık. Kasaba’nın sonbahar havasını teneffüs edip, sakin ve güler yüzlü Anadolu insanlarının arasına, onlarla meydana gelecek sohbet, muhabbet atmosferine girip rahatlamak, Yaşlıların köy özlemlerini gidermeyi düşünerek Mehmet Amcayı telefonla aradım, kendimi tanıttım. Eşi onun tarladan geldiğini ve uzandığını söyledi. Telefona çağırayım mı? Diye, bana sordu, ben de çağırmasını rica ettim.
Mehmet Karayaka: Uzun boylu, esmer, konuşkan ve şakacı bir insandır. Konuşmalarının arasında esprileri, şakları sıralar gider. Hayır, sever olduğu kadar da çalışkan, gayretli bir yapısı var. Yetmiş beş yaşında olmasına rağmen dinç ve dinamik görünümünü neşeli ve çalışkan olmasına bağlıyor. Tokalaşmak için ellerinizi uzattığınızda çalışkanlığın izlerini zımpara gibi nasırlı ellerinde görebilirsiniz. Onun mizacı ve güler yüzlü yapısı yaşlılarımıza her seferinde moral veriyor. Onun ile ilgili bu mülahazalar aklımdan geçerken telefona gelen Mehmet Amca ile başladık muhabbete:
----Mehmet Amca hayırdır?
---Hayırlar. Hocam biraz uzanıvermiştim de!...
Kendisine telefonda Dünya’nın imtihan meydanı, çalışma, gayret yeri olduğunu, uyuma, uyuklama yeri olmadığını, burada yorulup öbür tarafa gittiğimizde bol bol istirahat edip uyuyacağız, diye takıldım. Hoşbeş merhabadan sonra Huzurevi sakinleri ile ziyarete geleceğimizi söyleyince; telefondaki sesinden, ifadelerinden sevinci ve memnuniyeti fark ediliyordu… Karşılıklı samimi konuşmalar, selamlaşmalardan sonra yarım saate kadar orada olacağımızı bildirdim.
Huzurevi sakinleri ile yola çıktık. Herkesin yüzü gülüyor, birbirleri ile sohbet ediyor, şakalaşıyorlardı. Nereye gidildiğini soran bazılarına ötekisi bizi çalıştırmaya götürüyorlar, bizi çalıştırıp yevmiyelerimizi alacaklar gibi espri yapıyorlardı. Fethibey Kasabası’nda, Mehmet Karayaka’nın ailesine ait köyodasına vardık. Bizleri son derece ilgi, sevgi ve güler yüzle misafir ettiler. Bu sırada ikindi ezanı okundu. Yakındaki camiye yöneldik. Namazdan sonra camiden çıkınca Mehmet Amca’nın koluna girdim ve hayatın gayesinden, Cenabı Allah’ın insanlara lütfettiği nimetlerden ve bu nimetlerden onun yolunda sarfetmenin öneminden, faziletinden bahsedince; O da karınca kararınca yapmaya çalıştığını anlattı. Namaz kıldığımız caminin arsasını kendisinin verdiğini, cami inşaatı için yardım ettiğini, caminin bahçesine Kur’an Kursu yaptırdığını, kız çocuklarının okuduğunu anlattı. Ben de ölünce yanımızda şu kıldığımız namaz, ibadet, yaptığımız hayır ve salih amellerimizi götürebileceğimizi anlatırken köyodasına vardık.
Sade bir şekilde kilim ve minderlerle döşenmiş odaya sakinlerimiz oturdu ve herkes kendi köyündeki odadan ve oda ile adetlerden bahsetti. Mehmet Karayaka ve yakınları çeşitli yiyecekler, meyveler getirip yer sofrasında ikram ettiler. Mehmet Amca’ya “Sen vefat edince de bu gelenek devam edecek mi?” Diye sordum.
O da “Elbette devam edecek, ön teker nereye giderse arka teker de oraya gider.” Dedi. İkramlar geldi, sohbetler oldu. Sakinlerimiz özledikleri köy havasını bolca teneffüs ettiler, mutlu oldular. Sokaktan geçen koyun sürüsünün çanları, çıngırakları bile onların pencereden merakla dışarıya bakmalarını sağladı. Mehmet Karayaka bizi bahçesine götürdü, herkes istediğini koparabileceğini, söyledi. Huzurevinde turşu kurmamız için çuvallarla salatalık ve biber getirtti. Traktörden çuvalları bizim araca kendi sırtı ile taşıdı. Biz alırız, desem de kabul etmedi. Son çuvalı taşırken kulağına eğildim: “Galiba sevapların hepsini sen almak istiyorsun” Dedim, O da gülümsedi… Vedalaşıp, helalleşip ayrıldık. Bizler gözden kayboluncaya kadar arkamızdan baktı, bekledi, el salladı. Dönüş yolunda minibüste hep Mehmet Karayaka konuşuldu, misafirperverliği anlatıldı...
Aradan kısa bir zaman geçti. 6 Ekim Salı günü Mehmet Amcanın oğlu, Mustafa ile yeğeni Huzurevi’ne geldiler. Güler yüzle karşıladım. Ellerinde çuval vardı.
“Mehmet Amca bizim kalan turşulukları mı gönderdi? Dedim. Onlar da gelir bakalım anlamında bir şeyler söylediler. Ama yüzleri gülmüyordu! Bir durgun bir sessizlik ve üzüntü emareleri vardı!... Benimde yüzümdeki tebessümler, dilimdeki espriler karşılığını bulamayınca boşlukta kaldı... Biraz kendimi toparlayıp ciddileşince onlar, elbise getirdiklerini söylediler. Merakla Kasabanız da vefat mı oldu? Diye sordum. Mehmet Karayaka’nın oğlu “Babamı kaybettik!” Diyebildi, gözyaşları ile... Bu sefer şaşkınlık, durgunluk ve suskunluk sırası bana geçmişti!
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”Dedim, baş sağlığı dileyip, içeriye odaya aldım. Rahmetli Mehmet Amca, görüşmemizden üç gün sonra ilaçları bitmiş, Devlet Hastanesine ilaçlarını yazdırmaya gitmiş. Hastanede kalp krizi geçirerek Hakkın rahmetine kavuşmuş!
O çalışkanlığıyla, hayırseverliğiyle, şakalarıyla, ibadetleriyle, cömertliğiyle aramızdan ayrılmış Allah’ın rahmetine kavuştu. Güler yüzüyle, nasırlı ellerini sallayarak son defa bizleri selamlayıp uğurlaması aynı zamanda veda ediyormuş. O hayırsever insanın mutlu, sevinçli, sürurlu vedası hala gözümün önünde... Mekânı Cennet olsun.