Soğuk bir kış günü kasabanın belediye başkanı tanıdığım bir şahısla ziyarete geldiler. Belli ki çözüm bekleyen bir sıkıntı ve sorun vardı. Daha çayları ısmarlamadan Başkan, “Fazla vaktini almayalım.” Sözüyle hemen mevzu’a girip acele konuyu anlatmaya başladı:
“Kasabamızda yaşlı ve hasta bir amca var. Kimi kimsesi yok garibin!.. Kendine ait bir evde tek başına yaşarken çıkan yangında evinin tamama yandı. Bizlerde acilen belediyemize ait mütevazı bir yere yerleştirmiştik.
O mekânda kalırken hastalanmış, hastaneye kaldırdık. Hastaneden aldığımız bilgiye göre tek başına hayatını sürdürmesi, kendine bakabilmesi ve ilaçlarını kullanması mümkün değilmiş. Bu kimsenin içinde bulunduğu sıkıntılı ve meşakkatli durumu nazara alarak bize yardımcı olmanız, yaşlımızı huzurevine almanız için ricaya geldik.” Deyip sözünü tamamladı.
Şöyle etrafıma bakındım, dosyaları karıştırdım. Gülümseyerek siz, bizlere ifade fırsatı bırakmadan bir çırpıda, hızlıca meseleyi nazara verip yaşlı amcayı anlattınız… Arada konuşmaya, mevcut yaşlı durumumuzu, kapasite üstü çalıştığımızı, boş karyolamızın olmadığını anlatmaya niyetlensem de fırsat bulup halimi size arz edemedim! İnşallah meramımı ifade edemeden yıkılan ahşap eve benzemeyiz, dedim.
Vaktiyle kış ortasında şahsın durduğu ahşap ev yıkılıvermiş. Ev sahibi, evinin vefasızlığına, kış ortasında sokakta bıraktığına çok içerleyip üzülmüş. Yıkılmış evine seslenmiş: Olur mu böyle, senin yaptığın dostluğa sığar mı? Yıllarca iç içe, beraber yaşadık, birbirimizin derdine, sırlarına aşina olduk. İyi kötü günlerimiz oldu. Kış ortasında beni böyle yersiz, yurtsuz, yuvasız bırakman hak reva mı?... Demiş.
Bu sitemlere karşı yıkık evin enkazları dile gelmiş. “Aslında ben gelen her tehlikeyi önceden sana haber vermek için çok gayret gösterdim, anlatmaya çalıştım. Ama ben ne zaman konuşmaya niyetlensem, ağzımı açınca sen çamur tıkadın. Beni bir türlü konuşturmadın!” Demiş.
Gülüşmeler… Sohbetten sonra bahsi geçen hastayı, gerekli hazırlıkları tamamlayarak huzurevine acilen aldık. Aynı gece artan rahatsızlığı nedeniyle tekrar hastaneye kaldırıldı. Bizdeki nasibi o kadarmış anlaşılan.
Ertesi gün kasabanın belediye başkanı Şevki Beyi telefonla aramak ve talepte ısrar etme sırası bana gelmişti:
- Sayın Başkanım, hayırlı günler.
- Teşekkür ederim Müdürüm, sizlere de hayırlı günler…
- Başkanım, İsmail Amcayı almanız gerekiyor! Hem de acilen!
- Yoksa intibak edemedi mi? Ya ne güzel, sıcak, temiz, nezih ortam. Sıcak ve nefis yemekler, doktor, hemşire hepsi var orada… Allah… Allah! Buraya gelse soğuk, boş bir odada, tek başına ne yapacak? Kalması için siz ısrar etseniz?
- Sıcaklık, yemek, içmek, konfor hiç bir şey istemiyor! Ne yapsak nafile!Tek başına bir odada kalmaya razı! Muhakkak ne edip ne yapıp kasabaya gitmeyi bekliyor!...
- Hayret ki ne hayret! Demek orada kalmak istemiyor! İyi de şimdi ben burada O’nu ne yaparım, ne ederim?
- Defin yapacaksınız, Başkanım!.. Nasibi bu kadarmış. Başınız sağ olsun. Allah Rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…
- ……!