İstanbul büyük şehir belediyesinin satın aldığı Bulgur palas İstanbul un Aksaray semtinde yer alıyor. 1912 yılında yapımına başlanan konağın Projesini İtalyan Mimar Giulio Mongeri’ çizmiş. Birinci Dünya savaşının başladığı yıllarda inşaatı devam eden bu binanın talihi bir türlü gülmez tıpkı ilk sahiplerinin yüzleri gülmediği gibi.
İBB belediyesi burayı restore ettirdikten sonra bilgi-belge merkezi, arşiv, kütüphane, sergi salonu ve kafe olarak halka açacakmış. Benim teklifim bu tarihi binanın bir köşesine de Devletin- Milletin paralarıyla haksız zenginleşenlerin hatırlanması adına neden Bulgur palas isminin verildiği yazılsın.
Neden bulgur palas deniliyor.
Bu binayı yaptıran Osmanlı subayı İttihat ve Terakki cemiyetinin üyesidir. İttihat ve Terakki partisi iktidar olunca bu zat Osmanlı meclisinde mebus olur. İttihat ve Terakki yöneticileri kendi milli sermayelerini oluşturmak, kendi zenginlerini yaratmak için mebusumuza yürü ya kulum derler. İzin alan mebusumuza ordunun tüm ihtiyacı olan bakliyat, arpa-buğday, bulgur vb. ürünleri toplayıp devlete satması sağlanır. Bu iş için gerekli olan nakit sermayede temin edilir. Ürünler piyasadan toplanır, depolanır ürün piyasada azalınca fiyatlar artar ve sonunda düşük fiyata toplanan ürünler yüksek fiyattan devlete satılır. Kısacası alım garantili ticaret.( Bugünlerde ki; yolcu garantili yol, köprü, tünel, hava alanı yapımı, hasta garantili hastane yapımı gibi.) Üstün ticari deha (!) ile mebusumuz kısa zamanda bulgur kralı olur. Her tarafta Bulgur Kralı… Bey olarak anılmaya başlanır.
Bulgur palasta işte bu zamanlarda yapılır. Ülke savaşta halk perişan Bulgur kralımız elde ettiği zenginlikle kendine saray yaptırır. Etrafındakiler karşı çıkarlar yapma, etme derler ama dinleyen kim. İtibardan ödün verilmez inşaat devam eder. Sonunda savurganlık, hesapsızlık bir de yetim hakkı olanı har vurup harman savurur bankalardan alınan faizli krediler, tefeciler derken elde avuçta ne var ne yok gider. Banka Bulgur palasa el koyar hikâye burada biter.
Bizim siyasi partiler tarihimizin kara lekesi olarak bilinen her iktidarın kendi zenginini yaratma kötü âdeti İttihat ve Terakki partisinden başlayıp günümüze kadar maalesef aralıksız devam etmiş. Bazı gözü açık partililer devlet imkânlarından hile ve haksız edinimle zengin olmuş ama halk fakirleşmiş, sürekli ezilmiş, belini doğrultamamış, iki yakası bir türlü bir araya gelememiş.
İlahi adalet mutlaka bir gün gerçekleşir. Hem bu dünya da hem ahirette. Yapılan yanlış iş günün birinde yapanın ayağına dolanır tepe taklak eder.
Her iktidar döneminde sadece mensubu olduğu partinin iş başında olmasından fırsatla haksız zenginleşenler gün gelir devran döner elde ettikleri haksız mal-mülkle beraber yer ile yeksan olurlar.
Kıssadan hisse. Böyle haksız kazanç peşinde koşanlar varsa onlara deriz ki; gelin bu tür işlerden vazgeçin haramın binası olmaz, olsa da abat etmez.