Değerli okurlar, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Türk bayrağını yırtan Avrupa Parlamento (AP) üyesi Yunan Vekil, Loannis Lagos hakkında resen soruşturma başlatıldı. Benim de aklıma bayrak kahramanı iki insanın hikâyesi geldi.
Adı Osman Nevres'ti. 1888 senesinde Selanik'te doğdu. Mustafa Kemal Atatürk'ün de okuduğu Şemsi Efendi Okulunda öğrenim gördü. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından burs verilerek Paris Sorbonne Üniversitesinde siyasal bilimler alanında eğitim aldı.
Kendisine burs sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti için Paris'te görev yaparken Teşkilat-ı Mahsusa adına da önemli vazifeler üstlendi.
İngilizler için çalışan ve dönemin Osmanlı yönetimine karşıt uygulamalarda bulunan Buxton Kardeşlere Bükreş'te bulunan bir tünelde suikast düzenledi. 10 sene hapis cezasına mahkûm edildi.
1916 senesinde Almanların Balkan ülkelerine girmesi sonucu Bükreş'ten salıverildi. İstanbul’a geri döndü. Verem hastalığına yakalandığından tedavi için İsviçre'ye gitmek zorunda kaldı ve burada tanınmamak için Osman Nevres yerine Hasan Tahsin ismini kullandı. Bu dönemden sonra da ölümüne kadar adı bu şekilde kaldı.
15 Mayıs 1919 günü koyu renkli takım elbisesini giymiş pasaport olarak bilinen alanda bekleyişe geçmişti. İzmir'e çıkartma yapan, seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerinin önüne dikilerek “ Olamaz, olamaz! Böyle ellerini sallaya sallaya giremezler!” şeklinde bağırdı ve ardından bir el silah sesi duyuldu.
Yerli Rumların, ellerinde Yunan bayraklarıyla işgal ordularını karşılıyor olmasını gururuna yedirememiş ve tetiğe bastığı gibi ön öndeki askeri yere devirmişti. Anında karşılık veren Yunan askerinin kurşunlarının hedefi olmuş ve oracıkta ilk direniş şehidi oluvermişti.
Koyu renkli takım elbisesinin iç cebinde katlanmış olan Türk Bayrağına kendi kanı da o al rengi vermişti. O İzmir’de vatanımıza ve bayrağımıza yapılan saygısızlığa karşı ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’di.
Adı Şerafettin’di. 1889 yılında İstanbul’da doğdu. Soyadı Kanunu’nda kendisine “İzmir” soyadı verildi.
Türk Süvarileri 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girdiler ve en başta Yüzbaşı Şerafettin, arkasında müfrezesi, önce Halkapınar’da tuzağa düşürüldüler. 4 şehit verildi. Pasaport’ta Yüzbaşı Şerafettin’in atının ayakları altına atılan el bombasının infilak etmesiyle ağır bir yara aldı. Ancak atını değiştirerek, müfrezesinin başında Konak Meydanı’na ulaştı. Yaralıydı. Koşarak gelen bir genç, elde dikilmiş bir Türk bayrağını kendisine verdi. Koynuna soktu. Koşar adım Hükümet Konağına girip, Yunan bayrağını gönderden indirip Türk bayrağını göndere çekti. Bayrağı çekerken göğsünden sızan kanların bayrağa bulaştığını gördü. Şunları söyledi: “Kanımın bulaştığı bayrağıma şimdi de gözyaşlarım bulaşıyor. Ölsem ne gam… İzmir’e ilk ulaşan biz olmuştuk ya!” Bu İzmir’de Yunanlılara atılan son kurşundu.
Ağırlaşan hastalığı nedeniyle maddi zorluklarla karşılaştı, sık sık İstanbul Gureba Hastanesinde yatmak zorunda kaldı. Ancak paha değeri çok yüksek olan Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından 15 Eylül 1922 tarihinde yapılan bir törenle kendisine hediye edilen üçüncü Buhara kılıcını Şerafettin Bey asla satmadı.
İlk kurşunun da son kurşunun da hikâyesi benzer sevdası aynı. Ay yıldızlı al bayrağımıza sevdalı milyonlar içinden iki müstesna hayatın hikâyesi.
Bizim için bayrak kutsal; bayrak yoluna can verenler mukaddestir. Ancak mukaddes olanı çabuk unutmak bizde ulusal bir hafıza hastalığıdır.
3 Kasım 1948 günü ulusal bir gazetenin ikinci sayfasında Emekli Süvari Subayı Behçet Bağatır’ın bir mektubu yayınlandı. Gazetede dikkati bile çekmeyen küçük bir yer verilmişti. Ağır hasta, yaşlı ve felç bir emekli albaydan bahsediliyordu mektupta. Evde yatalak olduğunu, karısı Siret Hanım’ın vefat ettiğini ve bakacak kimsesi olmadığını anlatan satırlar vardı. Yardım edilmesi gerektiği söyleniyordu mektupta. Sonra devam ediyordu “Ordu bu yaşlı adamcağıza baksın diye bir asker tayin etmiştir; ama onun da bir hemşire gibi bakması mümkün değildir. Fedakâr emekli albayımıza son zamanlarını daha rahat geçirebilmek için İzmir Belediyesi’nin bir hastabakıcı tayini yerinde bir hareket olacaktır; bunu hatırlatmanızı rica ederim.” diyerek mektup sonlanıyordu. 6 Kasım 1951’de yapayalnız öldü. Bayrak için yaşayanları unutmamak dileğiyle…
Sayin hocam hepimizi duygulandirdin. Yuregine saglik. Hasan tahsinin teskilati mahsusaya calistigi ve ingilizleri avrupada indirdigini duyunca göğsumuz kabardi..keske okullarda boyle kahramanlik hikayeleri anlatilsa...
Bayrak için yaşamak, bayrak için can vermek tabirleri yazını parlatmış, ama hakikat canibinde karşılıgı yok :)