İçinizde kaçınız Alpay’ın “Eylül’de gel” şarkısını söyledi.
Hani okullar Eylül’de açılıyor, liseli sevgililer okul yolunda buluşuyor ya.
Şimdiki gibi cafeler falan yok.
Herkesin gözleri önünde el ele tutuşup cafeye gitmek, hele sokakta yürümek.
Aman Allah’ım ne mümkün.
Onun için bazen içimizden bazen kısık sesle Alpay’ın Eylül’de gel şarkısını çığırırdık.
Hadi hadi sizde söylemişsinizdir.
Aramızda kimse duymaz itiraf et, hatta şarkıyı yeniden çığırmaya başla.
Öğretmenler Eylül’ü bekler, gelse de okullar açılsa.
Öğrenci Eylül’ü bekler açılsa da okula gitsek arkadaş sevgili buluşsa.
Kantinci Eylül’ü bekler öğrenciler gelse de para kazansak.
Servisçiler Eylül’ü bekler okullar açılsa da yatmaktan kurtulsak.
Kırtasiyeler, kitapçılar, falan filan Eylül’ü bekleyen çoktur yani.
Mesela ben.
Ben de Eylül’ü bekliyorum.
Eylül gelse havalar serinlese, okullar açılsın, herkes tatilden, köyden başka yerlerden dönse.
Dönse de bende tiyatro sezonunu başlatsam.
Salonları yine dolsa, ünlü oyuncular ve harika oyunlar oynansa seyircinin kahkahası salonu çınlatsa e bende biraz para kazanayım değil mi?
Avukatlar da Eylül’ü bekliyor.
Eylülde Baro seçimleri var.
2020’de yapılması gereken ve ertelemeli yapılan Baro Seçimlerine mevcut Başkan Turgay Şahin’e karşı Murat Çelikbaş aday olmuştu.
Baro seçimleri o dönem zamanında yapılsa Murat Çelikbaş %99 seçimleri almıştı.
Fakat Covid tedbirleri nedeniyle seçimler ötelenince Murat Çelikbaş arkasına aldığı rüzgârın havasına kapılarak bu iş bitti, seçimi kazanıyoruz diye erken havaya girdi.
Bu süreci iyi yöneten Turgay Şahin özellikle yeni avukatları ziyaret ederek, “Bir dönem daha istiyorum sonraki seçime aday olmayacağım” diyerek aradaki farkı kapattı ve seçimlerde yeniden kazandı.
Fakat aslında baro seçimlerinin tam bir kazananı yoktu.
Nasıl yani, Turgay Şahin kazandı ya?
Tamam, da sevgili dostum kazın ayağı öyle değil, olay şöyle oluyor.
Turhay Şahin seçimi kazanıyor ama ekibi kaybediyor.
Murat Çelikbaş kaybediyor ama ekibi kazanıyor.
Aslında ikisi de kaybediyor, ya da ikisi de kazanıyor.
Ya, kafanız karıştı değil mi? Ya da saçmalamış Ömer Mazi diyenleriniz var gibi.
Baro seçimleri liste halinde değil çarşaf liste şeklinde yapılıyor.
Adayların listesinde kim çok oy almışsa en çoktan en aza doğru sıralanıyor ve yönetim öyle oluşuyor.
Turgay Şahin Baro Başkanı oluyor ama yönetimde çoğunluk Murat Çelikbaş’ın.
Çelikbaş’ın yönetiminin onayı olmadan Turgay Şahin hiç bir şey yapamıyor.
Neyse biz Eylül’e gelelim.
Eylülde Baro seçimleri var.
Turgay Şahin zaten aday olmayacağını iki sene önceden söyledi.
Bu adaylığını koymayacağı anlamına gelmiyor elbette ama söz çıktı bir kere.
Duyduğum kadarıyla Murat Çelikbaş’da aday olmayacağım diyormuş.
Ya da “istemem yan cebime koyun” yapıyor.
Gelen tepkilere göre “baskılara dayanamadım aday olmak zorunda kaldım” diyecek.
Onu bunu bilmem ama şu anda yaklaşmakta olan Baro seçimlerinde başka aday var mı? Bunu göreceğiz.
Eylül’ü bekleyen iki kişi daha var.
Biri mevcut ATSO Başkanı Hüsnü Serteser ve İş İnsanı Önder Artuk.
Onlarda Eylül’de gel şarkısını çığıranlardan.
Önümüzdeki günlerde Hüsnü Serteser ve Önder Artuk hakkında birkaç yazı yazacağım.
Hatta her ikisiyle de bir röportaj yapsam fena olmaz.
Buradan ikisine de teklifte bulunmuş olalım.
*****
PTT’nin yaptığına bakın
Birçoğunuz gibi bende çok PTT pulu yaladım.
Özellikle bayram önceleri ve yeni yıl öncesinde.
Babaya, eşe dosta, sevgiliye, askerdekine, gurbettekine çok kart ve mektup yazıp attım.
Eskiden bayramlar ve yılbaşı önceleri kartpostalcıların önünde kuyruk oluşurdu.
Harika manzaralar, şehir görüntüleri, ünlü sanatçılar kartpostalları süslerdi.
Şimdi ki kuşak çok şey kaçırdı, yazı çizi yok cep telefonundan iki satır yaz birde gönder dedin mi işte gitti bile saniyesinde karşı taraf okuyor, üstelik okuduğunu da görüyorsun.
Biz gönderirdik bir haftada gitse karşı taraf aldı, yazdı, geri gönderdi al sana 15 gün.
Büyük bir heyecanla beklerdik.
Neyse konuya dönelim.
Malum kurban bayramını geride bıraktık.
Bazı kurumlar hala kutlama kartı göndermeye devam ediyor, belediyeler falan.
Belediyenin biri bayram kartı göndermiş.
Gönderilen zarf Afyon’un bir ilçesinden 4 Temmuz’da PTT’ye teslim ediliyor.
Kurban Bayramı 9 Temmuz’da yani 5 gün var sonrası bayram ve tatil.
Afyon’un ilçesinden gönderilen kutlama kartı bayramdan sonra 18 Temmuz’da teslim edildi.
Tam 14 gün sonrasında.
Bu çağda, ilçeden gönderilen bir zarf bu kadara geç teslim edilmesi PTT gibi köklü bir kuruma yakışmıyor.
Hadi bunun içinde kutlama değil önemli bir bilgi olsaydı? Olmaz böyle olmaz yazık o kurumun markasına yazık.
Aldığını maaşlara yazık.
Özel sektör nasıl verilen bir şeyi ertesi gün teslim ediyor sende edeceksin.
Edeceksin ki senin boşluğunu başkaları doldurmasın.
Neyse gelelim olayın ikici garipliğine.
Namık Kemal fıkralarını hepiniz birisiniz.
Aslı Namık Kemal değil Nam-ı Kemal bunu da belirtelim ki yanlışa devam etmeyelim.
O fıkralardan birini yazalım ki konuyla alakalı olsun.
Bir uçakta Fransız, İngiliz ve bizim Nam-ı Kemal yolculuk yapıyorlarmış.
Aralarında bir tartışma çıkmış.
Biri “ben senden ünlüyüm” diyormuş.
Diğeri “hayır, ben daha ünlüyüm” diyormuş.
Sonunda İngiliz dayanamamış. “Anneme bir mektup yazarım, zarfa sadece kendimin ve annemin adını yazarım. Mektup anneme gider.” demiş.
Fransız atılmış “Anneme bir mektup yazarım zarfa sadece adımı yazarım mektup hoop anneme ulaşır.” demiş.
Sıra bizim Nam-ı Kemal’e gelmiş.
“Valla” demiş. “Ben anneme bir mektup yazarım, zarfa bişey yazmam. Mektup anneme ulaşır.” demiş.
Herkes gülüşmüş.
“Nasıl ya? Olur, mu öyle şey” demiş Fransız.
“Poposundan sallıyor işte.” demiş İngiliz.
Nam-ı Kemal de “inanmazsanız deneyelim.” demiş ve annesine bir mektup yazıp zarfa koymuş. Zarfa dediği gibi bir şey yazmamış.
Uçaktan indiklerinde “izleyin” demiş Nam-ı Kemal, elinde mektupla oradaki görevlilerden birinin yanına gitmiş. Elindeki mektubu boru gibi yapıp görevliye doğru itip çekmiş.
“Söyle bakalım bu mektup kime gider?”
Görevli yanıtlamış.
“Kime gidecek anana gider, anana…”
Hikâyede ki gibi bir şey oldu.
Malum az önceki ilçe belediyesi bayramımızı kutlamak için bir kart gönderiyor üzerine de “Cafelife Dergisi Ömer Mazi” yazıp postaya veriyor.
Tüm adres bilgisi bu kadar.
Zarf teslim edildikten sonra hani yukarıda PTT’ye biraz sitem ettik ya.
Bu konuda da haklarını teslim etmek lazım.
Nam-ı Kemal fıkrasındaki olaya benzedi.
Sıfır adrese teslim edilen bir zarf, bu konuda Eyvallah’da bunu yazan arkadaşlara da bir çift sözümüz var.
Allah aşkına siz nasıl bir kafaya sahipsiniz böyle sadece isimle adres olur mu?
Gerçi kabahat sizde değil sizin gibi kıt zekâlıları torpille oraya oturtanlarda.