Özgürlük bir insan için, bir toplum ve bir millet için üzerinde durulması gereken çok önemli bir kavramdır. Savaşın da barışın da asıl kaynağı özgürlük ve özgürlük anlayış ve arayışlarıdır.
Şöyle bir düşünün: Aile içi huzursuzlukların, akrabalar arası huzursuzlukların, komşular arası huzursuzlukların, çalıştığımız yerdeki huzursuzlukların ve hatta toplumların ve milletlerin gerek kendi aralarında gerekse milletler arasındaki huzursuzlukların temelinde birbirlerinin özgürlüklerine müdahalede bulunma, tahakküm etme gibi hırslar vardır.
Savaşlara baktığımızda savaşların çıkış sebeplerinin değişik olduklarını görürüz. Bunların ekonomik, kültürel, toprak kazanma, ırk üstünlüğü gibi sebeplerle çıktığını zannederiz. Aslında bunlar zahiri sebeplerdir. Bütün bu zahiri sebeplerin arkasında özgürlüklere müdahale yatar, emperyal istekler yatar.
Bir başkasının hürriyetinin başladığı yerde benim hürriyetim biter düsturuna uymamak yatar.
Bilerek veya bilmeyerek başkasının özgürlük alanına giriyoruz. Daha olmadı müdahale ediyoruz. Bunun için de gerekirse bahaneler üretiyor, evrensel değerleri de, milli değerleri de, dini değerleri de birer kılıf olarak kullanabiliyoruz. Sonra da arkasından darbeler, diktatörlükler gelebiliyor. Aile içinde bir diktatör, toplum içinde bir diktatör, millet içinde bir diktatör ve hatta global anlamda diktatörlükler oluşubiliyor.
Allah insanda kin nefret, hırs, haset… gibi kötü huyları yaratmakla birlikte sevgi, saygı, sabır, hoşgörü, iyilik, affetme… gibi güzel duyguları da yaratmış Biz bunların hangilerini öne çıkarırsak şahsiyetimiz de ona göre şekilleniyor ve dışarıya öyle aksediyor.
Kim kendisinin başkaları tarafından sömürülmesini ister? Kim inancına başkalarının karışmasını ister? Kim toprağının başkaları tarafından işgal edilmesini ister? Kim aklının ve iradesinin başkaları tarafından güdülmesini ister? Kısacası kim kul ve köle olmak ister?
Bütün bu ve bu gibi sorulara verilecek cevap “kimse istemez” dir. Bu, benim özgürlük alanıma dokunma demektir. Çünkü Allah insanı yarattı ve ona hür bir irade verdi. Onun için hiçbir şey zorla kabul ettirilemez. Din bile.
İnsan Sünnetullah gereği aslına rücu edecektir. Rabbine döndürülecektir.
Hür olarak yaratılan insan ancak Yaratanına, Allah’a kul ve köle olur. O’na ne kadar kul ve köle olursa insan o kadar özgürlüğü yakalamış demektir.
Halık’a kul olan mahlûka kul olur mu? Kulluğun ve aynı zamanda gerçek özgürlüğün zirvesi de hakkıyla kılınan namazdır. Allah,ın önünde eğilen, bir yaratılmışın önünde eğilir mi?
Tabiki birisini sevebilir, birisine saygı duyabiliriz. Birisine saygı duymak sevmek başka bir şey; ama araştırmadan kesin itaat etmek başka bir şey. “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi ondan sorumludur.” (Isra 36.)
Gerçek özgürlüğü yakalayabilmek ve hissedebilmek dileğiyle.