Etrafımıza baktığımız zaman, her şeyin sevgi üzere yaratıldığını düşünüp konuşanın aslında sevgi olduğunu görürüz. Suyun berraklığında, kuşların ve böceklerin seslerinde, güneşin ihtişamında, rüzgarın uğultusunda, hepsinden sevgi esintilerini görürüz. Sevenle sevilen arasında meydana getirilen birlikteliktir. Sevgi, sevenin sevgilisi için elinde bulunan her şeyi feda edebilmesidir. Mevlana’ya göre sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kabri rahmete dönüştürür. Demiri yumuşatan, tası eriten, ölüyü diriltendir.
İman edenler olarak sevgimizin en büyük tezahürü Hz. Peygamber’e duyulan sevgidir. Bu yüzden olsa gerek, Medine ye duyulan hasret ve sevginin altında; onu aydınlık ve nurlu bir kent hâline getiren şey, Rasûlüllah’ın buraya teşrif buyurması ve burada metfun bulunmasıdır. Hiç şüphesiz İslâm’da Allah’ı sevmek için Peygamberi sevmek ve ona tâbi olmak esastır. (Âl-i İmran,31) O yüzden başta sahabeler olmak üzere bütün Müslümanlarda bir Peygamber aşkı ve sevgisi sezinlersiniz. Aşkla sevgiyle yananlardır onlar.
SEVMEYİ ONU SEVEREK SEVMİŞLERDİR.
Hz. Ebubekir’e bakıyoruz; Efendimiz, peygamber olduğunu söylediğinde en küçük bir tereddüt göstermeden iman ediyor. Eşsiz bir samimiyet ve sadakatle İslam’a bağlanıyor. İslâm Peygamberi için defalarca canını ortaya koyuyor ve hayatının sonuna kadar yanından hiç ayrılmıyor. Onunla birlikte Medine'ye hicret edip Allah ve Peygamber aşkını ciğerlerini yakacak kadar zirvede yaşıyor.
Hz. Ali, Peygamber sevgisini yine hicret esnasında onun döşeğine yatma ve ölümü göze alma cesaretiyle gösteriyor, Peygamberinden bir an olsun ayrılmıyor. Her savaşta her seferde Alemlerin Efendisinin yanında oluyordu.
Hz. Ömer, o güzel insanın vefatı karşısında ne yapacağını bilemeyerek, Medine sokaklarında bir o tarafa bir bu tarafa koşarak; “Kim Peygamber öldü derse boynunu vururum!” naraları atıyordu.
Müezzin Bilal ise Rasûlüllah vefat edince, “Hz. Peygamberin bulunmadığı bir yerde yaşamak bana haram oldu! Diyerek alıp başını Medine’den terk-i diyar eyliyor.
Müşrikler tarafından yakalanarak idama mahkûm edilen Zeyd, darağacına çıkarıldığı vakit, “şu anda senin yerinde Muhammed’in olmasını ister misin?” sorusuyla karşılaşmış; “Değil şu anda onun burada olmasını istemek, Medine sokaklarında yürürken ayağına batacak diken, gelsin benim yüreğime saplansın!” cevabını vermişti. (A. H. Berki, O. Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, DİB Yayınları, Ankara 1991, s. 280.)
Sahabeyi Kiramın her biri iliklerine kadar peygamber sevgisini ve aşkını yaşıyorlar. Sonraki dönemlere baktığımızda da çok fark bulamazsınız aynı muhabbeti görmeye devam edersiniz. Sultan II. Mahmut’un hanımı ve Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın sıkça kullanmış olduğu mühründe kazınarak şunlar yazılmıştır;“ Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed siz muhabbetten ne hasıl? Zuhurundan Bezm-i Alem oldu vasıl. Derken, muhabbetle Muhammed arasındaki bağa ne kadar güzel dikkat çekilmiştir.
Kayserili bir Rum’un oğlu olup Mevlana’dan esinlenerek İslâm’ı seçen Yaman Dede. Peygambere olan büyük sevgisini:
“Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki, yandım yâ Rasulallah
Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sahasın sen, dilersen rehnümasın sen!” dizeleriyle dile getirmektedir. Sevmeyi sevmek konulu yazımız gelecek hafta devam edecektir.