“Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim-i öğreneniniz ve öğreteninizdir.” Hadis-i Şerif
Hak Kitabımız Kur’an-ı Kerim, benzeri meydana getirilemeyen bir belağat harikasıdır. Kur’an’ın bildirdiği şeyler, gösterdiği yollar, ihtiva ettiği hükümlerin hepsi birer hakikattir. Birer feyiz ve selamet kaynağıdır ve aynı zamanda birer hikmet ve maslahat hazinesidir.
Kendini bilen anne ve babalar daha küçükken çocuklarına Kur’an’ı Kerim-i öğretmelidirler. Kız ve erkek çocukların yaşları geldiğinde namaz kılmalarını göstermelidirler. Anne ve baba bunu yapmadıkları müddetçe ileri yaşlarda evlatlarından hayır bekleyemezler ve beklememelidirler. Verimli tarla zamanında nadasa bırakılmazsa, zamanında iyi sürülmezse ve o tarlaya iyi bir tohum saçılmazsa ektiğimiz o tarladan ne bekleyebiliriz ki?
Hz. Ebubekir (r.a.): “Bir çocuğun bir numaralı düşmanı, o çocuk daha küçükken ona Allah ve Peygamber sevgisini kalbine koymayandır. Bunun yanında sevgiyi, saygıyı, muhabbeti, birliği, beraberliği, hoşgörüyü ve cömertliği ona öğretmeyendir.” Bir anne ve baba olarak bu çok önemli görevi yerine getirelim ki sonradan pişman olup dizini dövenlerden olmayalım. Tabiri caizse sürümüze sahip çıkalım ki bizim sürümüzden hiçbir şekilde ayrılan olmasın, sürümüzden kurda kuşa kaptırdığımız olmasın.
Bir yağmur farz ediniz ki, yeryüzünün her tarafına yağmış bulunsun. Fakat her yer bu yağmurlardan aynı surette istifade edememiş, yerin bazı kısımları güzel bir kabiliyette bulunduğu için bu yağmurdan pek fazla istifade etmiş ve bu sayede üzerinde otlar, ağaçlar, insanlara faydalı bitkiler bitmiş, renk renk çiçekler açılmış, sinesinde biriken sulardan çeşmeler, ırmaklar çağlamış, insanların ve diğer mahlûkatın istifadesine hizmet edip duruyor.
Yerin bazı kısımlarında da bitki yetişmediğinden, üzerinde bitkiler ağaçlar çıkmamış. Ancak zemini müsait olduğundan yağmur sularını sinesinde tutmuş, içerisinde su hazineleri oluşmuş, neticede o latif yağmurdan başkaları istifade edemiyorsa da kendisi istifade edebiliyor.
Yerin diğer parçaları ise hem bitki verme kuvvetinden mahrum hem de zemini müsait olmadığından ne üzerinde otlar, ağaçlar bitiyor ne de sinesinde su kaynakları meydana geliyor. Kâinatın diğer kısımlarına hayat veren o yağmurlardan ne kendisi ne de başkaları istifade edebiliyor. Yani kendisine de başkalarına da hayrı olmuyor.
İşte Kur’an-ı Kerim de bu yağmur gibidir. Bu kitaptan insanların bir kısmı nasibini almış, bu kitabı hem kendisi anlamış hem de başkalarına anlatmış, bundan hem kendisi istifade etmiş hem de başkaları ondan istifade etmiş.
Yaşadığımız şu dünyada Allah (c.c.) dostlarından Yunus Emre (k.s.) Hazretlerinin söylemiş olduğu şu sözü bir düşünmemiz gerekmez mi? “Kim ki Kur’an bilmedi, sanki bu dünyaya gelmedi.”
İnsanların bir kısmı da bu ilahi kitaptan yeteri derecede feyiz almış ve bundan kendisi istifade edebilmiş, fakat başkalarına faydası dokunmamış. Şüphe yok ki iki kısımda kurtuluş ehlindendir. Bunların zihinleri Kur’an’ın nurlarıyla nurlanmıştır Allah-ü âlem.
İnsanların diğer bir kısmı kalıyor ki, bunlar selim fırsatlarını kaybettiklerinden Kur’an’dan asla nasibini alamamışlar, bu ezeli hidayet pınarından ne kendileri istifade edebilmişler ne de başkalarına faydaları dokunmuştur. Bu sebeple bunlar kurtuluştan, huzura kavuşmaktan mahrum kalmışlardır.
Şurası unutulmamalıdır ki, çorak yerde asla hiçbir bitki bitmemiştir, menekşe, lale ve gül. Bu yerlere yağmur neylesin.
Rabbim, cümlemizi Yüce Kitabımız Kur’an’la her dem haşır neşir olanlardan, onun abu hayat olan kaynaklarından kana kana içmeyi nasip eylesin. Amin.