Almanya’da yaşayan bir Türk işçisi çalışıp biriktirmiş ve bir araba almış. İşinden evine evde işine araba ile gidip gelmeye başlamış. Hafta sonları da eşine, dostuna ve akrabalarına arabası ile gidip gelmeye başlamış.
Bir hafta sonu gecenin on birinde arkadaşının evinden ayrılmış. Arabanın içinde sigara içme başlamış. Sigarası bitince yolun kenarında bulunan kaldırıma atmış ve yoluna devam etmiş. Aradan yarım saat geçtikten sonra yoldaki trafik polisi görevlileri durdurmuş. Yolda gelirken kaldırıma attığı izmarit için ceza yazıldığını ve ödemi gerektiğini söylemiş. Adam şaşırmış, ama bir şey diyememiş. Çünkü sigara izmaritini kaldırıma atan kendisi olduğu için.
Almanya’da böylesi cezalara kolay kolay itiraz edilmezmiş. İtiraz edilince ve itirazdan da ret cevabı çıkınca ceza iki misli oluyormuş. Adam bunu bildiği için hiç itiraz etmemiş. Cezayı zamanında ödemiş ve rahatlamış. Cezalı ödedikten sonra memura demiş ki: “Tamam ben cezamı ödedim, itiraz da etmeyeceğim. Yalnız merak ettiğim bir şey var. Gecenin on birinde o izmariti kaldırıma attım. Bu doğru da. Beni ihbar eden kimdi? Diye merak ediyorum. İlgili memur ceza kâğıdına bakarak şöyle demiş: “Siz gecenin on birinde oradan geçerken içtiğiniz sigara izmaritini kaldırama attığınızda karşı apartmanda bulunan yaşlı bir bayan sizin kaldırıma izmarit attığınız görmüş ve hemen plakanızı alarak durumu polise bildirmiş. Durum bundan ibaret.”
Bu cümleleri işiten adamın aklına arkadaşının aylar önce Cennet mekân Mehmet Akif Ersoy’un söylediği: “Avrupalının işleri bizim dinimiz gibi, dinleri de bizim işimiz gibi.” Sözünü hatırlamış ve hak vermiş.
Bu yaşanmış olaydan ders almak lazım mı acaba? Müslüman bir ülke olduğumuz halde neden işlerimiz dinimiz gibi değil? Yoksa özümüz gitti de külümüz mü kaldı? Gelecek nesillere ne gibi güzellikler bırakmanın derdini mi unuttuk? Söyler misiniz haksız mıyım?