Eğer bir kişi ben bu dünyayı sevmiyorum diye düşünüyorsa dünyadan kaçmalıdır ve kaçınmalıdır. Kaçmak veya kaçınmaktan maksat bu dünyayı kalbine ve gönlüne sokmamalıdır. Aynı dünyayı sırtına alıp taşımaya kalkmamalıdır. Dünyayı ahiretin bir tarlası olduğu düşüncesiyle hareket etmeye çalışmalıdır.
Şu bir hakikat değil mi? Kişi elbette sevmediğinden kaçar. Bu arada kişinin yalnız kaçması ve kaçınması kâfi değildir ve olamaz da. Kendini bilen kişi oğlunu ve kızını da kaçırmalı ve kaçındırmalıdır.
Bu dünyada öyle insanlar vardır ki, bir şey verirken canından bir parça kopuyormuş gibi verir. Oysa kişi nereden, neyi nasıl veriyor? Allah (c.c.)’ın kendisine vermiş olduklarından veriyor. Verdiğinin kendisine ait olduğunu sanıyor ama yanıldığının farkına bile varamıyor. Kişi böyle verdiğinden verdiği ne kendisine yarar ne de verilen kimseye yarar. Şüphesiz ki en büyük bağış ve ihsan Allah rızası için sevilerek yapılandır.
İnsanın kendi nefsi bahis olunca hiç olmayacak yerlere harcar da harcar. Nefsinin hoşuna gidecek şeylere para harcamaktan memnun ve mesut olmaya çalışır. Böyle yapmakla kişi elbette nefsinin ve şeytanın dediklerini yapmaya devam etmektedir. Mal elbette hiç şüphesiz ki salih mal olmalıdır. Helal kazanç olmalıdır. Bu şekilde hareket edenlerin malı demek ki Allah-ü Âlem Salih mal değil. Hazreti İbrahim Aleyhisselam kendisi aba giyerdi ama fakirlere verdiği vakit binlerce akçe verirdi. Kendisi arpa ekmeği yerdi, fakirlere, öksüzlere ve yetimlere türlü türlü nimetler yedirmeye gayret ve çaba gösterirdi. Peki, günümüz insanlarından bazıları fakirlere verirken sofra artıklarını vermeye çalışıyor, yemediklerini vermeye çalışıyor, giydiklerinin yenilerini değil de eskilerini vermeye çalışıyor. Böyle yaptığında kazandım zannediyor ama maalesef kaybedenlerden olduğunun farkına bile varamıyor.
Günümüz zenginlerinden bazıları bir meteliği iki fakire vermek isterler. Evlerinde pişirip yedikleri yemeklerin kokusundan, fakirlerin aklı gider, komşularına bile bir lokma tattırmak istemediklerinden hep kaybedenlerden olduğunun farkına bile varamazlar. Amma velâkin söz onlara geçtiğinde tabiri caizse mangalda kül bırakmazlar. Oysa Asr-ı Saadet döneminde sahabeler birilerine sadaka vereceklerini miskle karıştırarak vermeye çalışırlardı. Bilirlerdi ki o verilen önce Allah’ın eline değiyor ondan sonra fakire ulaşmaktaydı. O Allah dostları bunun farkındaydı.
Günümüzde öyle anneler var ki, imrenilecek şeyleri yapmaya ve sevap kazanmaya devam etmektedirler. Her gün evlerindeki pişmekte olan çorbaya veya yemeğe birkaç bardak suyu katarak fazlaca pişirmekte ve çocukları ile komşularına göndermektedirler. Hal böyle olunca yemeğin veya çorbanın gittiği evde kaç kişi o gönderilenlerin yediyse işte o kadar ev sahibi evinde misafiri ağırlamış gibi sevap kazanmaktaydı. Gönderilen yemekler komşu da bana göndersin amacıyla değil sadece ve sadece Allah rızası için gönderilmelidir. Bu türü davranışlar insanları birbirine yaklaştırır, aralarındaki muhabbeti koyulaştırır, birbirlerine husumetleri varsa aradan kaybolmasına vesile olur. Artık o insanlar birbirlerinin kuyusunu kazmaya değil de, birbirlerine nasıl destek olacakları düşüncesine taşımaya başlarlar.
Öyle ki her bir insan ister emekli olsun ister çalışmakta olsun, her ay aldığı ücrette veya maaşta birilerin hakkı olduğunu bilmeli ve o ay aldığı belli miktardan bir kısmını tasadduk etmeye bakması kendi lehine olacağı şüphesizdir. Bizim yıllar önce yan yana oturup kalktığımız iki komşumuz vardı. Her ikisi de evlerine haftada veya on günde bir fırında ekmek yaparlardı. Komşumuzun birisi pişirdiği ekmeklerden birkaç tanesini hemen komşularına sıcağı sıcağına dağıtırdı. Bir diğeri ise hiçbir komşuya vermezdi. Hiçbir komşuya ekmek vermeyenin ekmeği bir an önce biterdi, diğerininki ekmeği ise ondan birkaç gün sonra biterdi. Burada bir bereket vardı elbette, işte o komşu yardımlaşmayı seviyor, cömertliğin Allah katında makbul olduğunun bilinci içinde hayatını idame ettirmeye çalışıyordu.
Hiç şüphesiz ki insana cimrilik ettirip, malını hak yolunda verdirmeyen hiç şüphesiz ki şeytandır. Zira şeytanın görevi budur. Bir insan bir fakire bir şeyler vermek istese, şeytan hemen devreye girer ve onu o yardımı yapmaktan men etmeye çalışır ve de çoğu zaman galip gelerek insana şöyle nida eder: “Malını yok yere harcama! Kimseye verme! Kendine sakla! Bir gün gelip bitebilir! Bir gün gelir yardıma muhtaç olabilirsin! Vermezsen zengin olursun, verirsen zelil olursun.”
Nitekim Hak Teala Kur’an aziminde El-Bakara suresinin 268. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: “Şeytan, sizi fakirlikle korkutur. ( Der ki, malını elinde tut. Sadaka verirsen kendin fakir olursun.) Size cimriliği ve zekât vermemeyi emreder. Hak Teala ise, (Sadaka ve zekât vermekle) size mağfiret ve fazlü kerem va’dediyor.”
O halde her aklı başında olan insan bu dünyanın bir gölge misali olduğunun bilinci içinde olmalıdır. Aslında birine verilen yardım v e sadakanın aslında kendisi için bir ahiret yatırımı olduğunun bilinci içinde olmaya çalışmalıdır. Durdum böyle olunca kişi ya Allah Teala’nın sözünü tutacak ve ahireti çini bir yatırım yapmış olacak, isterse şeytanın sözünü tutup cehenneme doğru yol almaya devam edecektir.
Bu dünyayı sevmediklerini ifade eden bazı kişiler, ne gariptir ki mallarını biriktirirler ve sandıkta saklamaya çalışarak; “Biri nasıl on yaparım, yüz yaparım.” düşüncesi içinde hareket ederler. Netice olarak bu dünya fani, vakit gelince her şey gelip geçecektir. Önemli olan husus kişi bu dünyada iken ahiretini mamur hale getirmeye ve Allah’ın sevdiği kulların zümresine dâhil olmaya bakmalıdır. Yaşadığı süre içinde Allah’ı razı edecek ameller ve işler peşinde koşmalıdır. Helal kazanıp helal yemeye bakmalıdır. Hiçbir kimsenin gıybetini yapmamaya özen göstermelidir. Temsil ve tebliğ görevini bi hakkın yerine getirmeye çalışmalıdır. Hiçbir şeyde cimrilik yapmamaya gayret etmelidir. Allah’ın yaratmış olduğu her bir canlıya da sadece ve sadece Allah rızası için yardım yapmaya çalışmalıdır. Yaşadığı süre içinde de Yunus Emre (k.s.) Hazretlerinin; “Elini kır, kolunu kır ayağını kır ama sakın gönül kırma. Gönül kıranın abdesti tutmaz namazı olmaz.” sözünü hiçbir zaman göz ardı etmemeye bakmalıdır. Rabbim cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. Âmin.