Çünkü Nasrettin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle, halk arasında geçer. Hoca soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur. Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak, kendi toplumun, halkın üstünde gören saray yöneticilerdir.
Nasrettin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez, onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir/ metaforudur, Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.
Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Buradan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.
Bu anlamda Nasreddin Hoca, Türk halk bilgesi olarak Horasan Erenleri ile beraber hareket ederek, bu toprakların sadece toprak olarak Türkleşmesinde ve de İslamlaşmasında değil, belki bundan da önemlisi bu topraklara kendi kültürüler arketiplerimizin fidelikleri halinde dikilmesi ve yetiştirilmesinde de etkin bir rol üstlenmiştir. İşte bu eşsiz ideali dolayısıyla ki; Hoca, atasözlerimizden misallerimize kadar, yaşayan bir devlet yaşayan bir kültüründe mimarı olmuştur.
Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır. Ancak Nasreddin Hoca’nın değeri yaşadığı olaylarla değil gerek kendisinin gerek halkın onun ağzından söylendiği cümlelerde ki yergi ve alay(ironi)ögelerinin inceliği ile ve vermiş olduğu örtülü mesajlarla ölçülmelidir. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden ve bunlarla geçen sözcüklerin açıklanmasından anlaşıldığına göre; Hoca, belli bir dönemin değil Anadolu Halkı’nın yaşama biçimini, kültürel kodlarını, yergi ve mizah zekasını ve bu niteliklere ilişkin metaforik zekasını dile getirmiştir. Onunla ilgili mizanserleri oluşturan ögelerin odağı sevgi, insanda ki olarak insanın değeri, yergi, övgü, riyakarlık, alaya alma, bireyleri kendi gerçekleri ile yüzleştirme, empati becerisini arttırma ve toplumda yaygın hale getirme, şeriatın inceliklerini katılaştırıp baskın enstrümanlar haline getirmeden termihlerle aktarma, kaba sofuluğu ve şekilciliğe odaklanan tasavvufi anlayışı iğnelemeleridir.
O bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünerek ve mesaj verdiği birileri ile empati kurarak onların nitelikler dünyası üzerinden aktarım yapar. Bu durum çelişki gibi gözükse de stratejik olarak psikoterapinin inceliklerinden olup empatik olmak için olmazsa-olmaz bir şarttır. Yoksa Nasreddin Hoca’nın kazan hikâyesinde olduğu gibi, kazanı doğurtması veya öldürmesi gibi hilekârlıklar asla söz konusu değildir. Hoca bu söylemlerle hareket ederken sanki bir psikoterapiyi süreçlendiriyormuş gibi empatik duruşuyla karşısındaki bireylerin kalıplarını kullanarak sonuçta o bireyin kendi aldatmacası ile yüzleştirmektedir. (235) zaten fıkralardaki kurgular ve ürünler bu ögelerle birlikte Anadolu insanının belli olaylar karşısındaki tutumunu yansıtmakla beraber halkın düşünce ürünlerini de belgelemektedir.
Özetle; eğitim değerleri açısından Nasreddin Hoca fıkralarını incelendiğinde fıkraların %35’nin eğitici mesajlar taşıdığını yapılan pedagojik ve akademik çalışmalarla buğulanmıştır. (236) fıkralarında ortaya çıkan eğitici mesajlarıyla Hoca insan sevgisi, esneklik, zekâ gibi çağdaş özeller taşıyan bir kişilik çizerek başlı başına bir eğitim değeri ve etiği yaratmaktadır. Hoca’yı tüm entelektüel çizgileri ve felsefesi ile insanımıza, çocuklarımıza tanıtmak günümüzün çocuğunu yetiştirme yollarından biri olan en iyi örnekleri gösterip benimsetmek için gereklidir.
Kültürel değerlerimizin en önemlilerinden olan Nasrettin Hoca'yı bir eğitim konusu ve hazinesi olarak ele almalı, her derecedeki okulumuzda onu işlemeliyiz. Karikatüre çok uygun çizgileri ile Hocamız milli karikatürümüzün esin kaynağı olmalıdır. Ressamımız resmini, heykeltıraşımız heykelini yapmalı, hikâyecimiz, romancımız, hikâyesini, romanını yazmalı, tiyatromuz, sinemamızla, televizyonumuz, gazetemizle, el ele vererek, maruz kaldığımız bu belirsiz ve kaotik post modern zamanların ruh dünyamızda yaratmış olduğu tahribatların karşısına, kökleri mazide olan sağlam kaleler, aidiyetler, varoluşsal referanslar ve örneğin; milli ve manevi değerlerimizi oturtmalıyız
Ya Tutarsa!
Bir gün Nasrettin Hoca göl kenarında gider.
Elinde de bir kase yoğurt vardır.
Hoca, yoğurdu kaşık kaşık göle boşaltmaya başlar.
Bu sırada onu gören biri şaşırarak,
– Hoca ne yapıyorsun, diye sorar.
Hoca gülerek,
– Görmüyor musun göle yoğurt mayalıyorum, der.
Adam, Hoca’nın delirdiğini düşünür.
– Vah, vah, vah!
Sen çıldırdın mı Hoca! Koskoca göl maya tutar mı, deyince
Hoca gayet ciddi cevap verir.
– Peki ama ya tutarsa
Eşeğe ters binmek
Nasrettin Hoca bir gün yabancı bir köyde misafir olur. Cuma günü O'nu kürsüye çıkartırlar. Güzel bir vaaz verir. Herkes pek memnun kalır. Camiden çıkınca Hoca’nın eşeğini getirirler. Köylülerin hepsi ona hizmet etmek için adeta yarışırlar. Hoca eşeğine binerken biraz düşünür. Sonra eşeğin üstüne ters oturur. Herkes hayret eder. Köylülerden biri dayanamayıp sorar:
“- Hocam der. Kusura bakma ama eşeğe niçin ters bindiğini sorabilir miyim?”
Hoca tebessüm ederek cevap verir:
—görmüyor musun eşek ters duruyor!