DERYA ALİ BABA HAZRETLERİ
On beşinci yüzyıl velilerindendir. Adı Ali olup, İstanbul'un fethi sırasında orduda Sakabaşı olarak görev yaptığı için "Saka Ali Baba "veya "Derya Ali Baba" diye meşhur olmuştur. Doğum yeri ve tarihî ile vefat tarihi bilinmemektedir. İstanbul'da vefat etmiş, Kazlıçeşme'de defnolunmuştur. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'u küffar elinden kurtarmak için kuşatmıştı. Fetih ordusu İstanbul surlarına dayanmış, Fatih, fethin gerçekleşeceği zamanı sabırsızlıkla bekliyordu.
Leşker-i dua adı verilen dua ordusu âlimler ve veliler, fetih için gözyaşı dökerek dua ediyorlardı. Kır atının üzerinde heybet ve celadetle duran genç hükümdar, orduyu şevke getirici konuşmalar yapıyordu. Etrafa dalga dalga yayılan ordu, Feth-i Mübînin gerçekleşmesi için canla başla çarpışıyordu. Şehir düşmek üzere idi. İşte tam bu kritik zamanda ordunun arasında: "Ordu susuz kalmak tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor" şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı. Bu kötü haber her tarafta yayılmaya başladı. Kısa zamanda genç Padişah'ın kulağına kadar gitti. Padişah: "Tez gidin, Sakabaşıyı bana getirin" dedi.
Görevliler hemen fırlayıp Sakabaşı Ali Efendi'yi genç Padişah'ın huzuruna getirdiler. Yüzünden nur akan hafif beli bükülmüş Ali Efendi, sırtında kırbası olduğu halde sultanın huzuruna girdi. Padişah telaşlı, fakat Ali Efendi sakin duruyordu. Padişah: "Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun Ali Efendi. Ordu susuz kalmış, askerler susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkül hale düşürürsün? Şimdi ne olacak? Bu hale nasıl çare bulacağız?" Sakabaşı Ali Efendi gayet sakin ve tebessüm ederek: "Devletlü Padişahım! Merak etmeyiniz. Su çok" diye cevap verdi.
Onun bu hali karşısında daha da hiddetlenen genç padişah: "Su çok mu dersin! Alay mı edersin sen askerle? Ordu susuzluktan kırılırken ne biçim laf edersin?"
Sultanın iyice öfkelendiğini ve üzüldüğünü gören Sakabaşı Ali Efendi, arkasını padişaha dönüp, sırtındaki su kirbasını padişahtan tarafa çevirdi ve: "Ben yalan söylemem sultanım. Bakın isterseniz, ne kadar çok suyumuz var" dedi.
Söylenenden pek bir şey anlamayan Fatih bir ara kırbanın içine baktı. Bir de ne görsün! Kırbanın içinde koca bir derya bir okyanus görünmekte. Bir değil, binlerce orduyu sulayacak kadar su var kırbanın içinde.
Ali Efendi: "Ey cihan padişahı! İstediğin kadar su işte buradadır. Fakat askere doyumluk su veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri suyu verirsem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonunda da zaferimiz tehlikeye düşecek" dedi.
Olanlardan son derece memnun olan Fatih Sultan Mehmed Han, yüksek dereceli bir veli olduğunu anladığı Derya Ali Baba'ya: "Ne murad edersin ey Derya Ali! İste ki verelim" dedi.
Derya Ali Baba Hazretleri'nin padişahtan istediği hiçbir şey yoktu. O yaptığını sırf Allah rızası için yapıyor ve karşılığını da ondan alıyordu. Uzun yıllar civarın en sevilen kişisi olarak yaşayan Derya Ali Baba, kendisine tahsis edilen araziyi sağlığında vakfetti. "Bu vakıftan fakir fukara sebeplensin" diye vakfiyesine yazdırdı. Vefatında, bugünkü otobüs durağının yanındaki türbesine defnedildi. Türbesi halen ziyaret edilmektedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
HACIBEYLİ KÖYÜ TANITIMI VE EVLİYALARI
Kütahya merkezli Germiyan beyliğine bağlı olan Afyon havalisi yoculuk sırasında dinlenme ihtiyacı duyduklarında belli mekanlarda topraklarında küçük yerleşim birimlerinin bulunduğu bir yerdir. Yolcular konuklarlar daha sonra yoluna devam ederlerdi. İşte bu konaklama yapılan yerin adı yani Hacıbeyli köyünün eski adı beş haneli olan "Durak köyüdür". Örneğin: Karacaahmet köyünün eski adı "Kağnıcı köyüdür" gibi.O zamanlar, bu köy yedi haneli idi. Daha sonra bu topraklar beylikler tarafından çiftliklere çevrilmiştir. Her çiftliğe bir bey atanmış, bu bey çiftliklerde çalıştırmak için ehil olan insanları davet etmiştir. İşte bu beyliğe Afyonkarahisarlı olan Şeftalioğullarının dedelerinin dedesi Hacı bey atanmış.
O da Afyonkarahisar'dan tarımla uğraşan: Beyoğlularının dedelerinin dedesi olan Uzunlar Sülalesi, Hacı Hüseyinler sülalesi, Kel Osmanlar (Mayadamlar), Kel Mehmetler sülalesi, Kara Ahmetler sülalesi ilk gelenlerdir. İlerleyen zamanlarda Ayancıklar (Yüğlüklülü) sülalesi, Takalar sülalesi ve diğer kökler gelmişlerdir.
Cumhuriyet döneminde bu köy de Dersimden dağıtılan Kürtlerden, Bulgaristan'dan göç eden muhacirlerden de göç almıştır. Hacı beyin planlamasına göre bu insanlar çalışır kazançlarının belli miktarlarını çiftlik ağası hacı beye getirirler. Hacı bey de beyliğin (Germiyan beyliği) maliyesine teslim ederdi. Böylece geçimlerini sağlarlardı. Daha sonra beylikler birleşip Osmanlı devleti olduğunda, çiftliklere "köy "adı verilmiştir. Bu Hacı beyin ismi ile köyün adı Hacıbeyli köyü olmuştur. Şeftali oğlu Hacı beyin bu topraklar üzerinde yaşayan vatandaşlara birçok faydası dokunmuştur.
(13 yy.dan beri varlığını sürdüren eski bir köydür. Germiyan beyliğinden önce bu topraklarda Doğu Roma İmparatorluğu İmparator Takyonus döneminde bu köy ve çevresi "Tanayta" şehri olarak anılırdı. Kral mal varlığını bu topraklarda muhafaza etmiştir.)
Hacı Beyköy gelirlerinin muhafazası için köyün belli noktalarında yer altı muhafaza kuyuları açtırır. Bu kuyularda buğday, arpa vs. muhafaza edilirdi. Germiyan beyliğine bağlı olan ihtiyaç sahiplerine verilirdi. Yer altı kuyu ve depolarının oluşumunun iki sebebi vardır:
1- Soğuk hava deposu görevi görmesi
2- Ürünlerinin diğer beyliklerden muhafaza edilmesi idi
Çünkü o sırada beylikler arasında sık sık toprak kavgası oluyordu. Bizim de bildiğimiz bir örnek vermek gerekirse; saklama kuyusunun bir tanesi yukarı odanın doğusunda 10 metre ilerisindeydi. Şimdi bu kuyu sonradan yolun altında kaldı. Şunu unutmayalım ki o günkü Germiyan beyliği bu verimli araziler işlensin diye şehrin ileri gelenlerinden beyliğe bağlı kişileri oğullarının dedesinin dedesi hacı beydir. seçerek bir bey atamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bu bey Şeftali Alp Arslan'ın 1071 yılında Malazgirt meydan muharebesinde Bizans komutanı Romen Diyojeni yenmesi ile Anadolu'nun kapısı Türklere açılmıştır. Türk-İslam tarihi açısından önemlidir. Moğol zulmünden kaçan Semerkant, Taşkent, Horasan, Buhara. İslam âlimlerinin hocası Ahmet Yesevi Hazretlerinin işareti üzerine Anadolu'ya hizmete gelmişlerdir. Bunlardan bir tanesi Karaca Ahmet Sultan'dır.
Bu ve buna benzer Allah dostları Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri etrafında birleşirler bu bölgeleri nasıl islamlaştıracağız diye istişare ederler. Gayri Müslimlerin, misyonerlik faaliyetlerinden ve tehlikelerinden korunmak için Anadolu'yu paylaşırlar. Karaca Ahmet Sultan hazretleri Afyon ve çevresinin belli bölgelerinde başarılı çalışmalarından dolayı Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerini ziyarete gittiğinde, Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri bu başarılarından dolayı Karaca Ahmet Sultan Hazretlerine; yedi yerde çıran yansın (makamın olsun diye dua etti.) bu vesile ile makamlarından bir tanesi Afyonkarahisar İhsaniye ilçesine bağlı Karacaahmet köyünde bulunmaktadır. Karaca Ahmet köyünde Karaca Ahmet Sultan Hazretleri Bektaşi tekkesini kurmuştur. Burada insanlara ilim İslam ve tasavvuf konularını anlatır manevi ruh doktorları yetiştirirdi. Talebelerinin her biri gruplar halinde gittikleri yerde insanları ilmen, manen ve ruhen aydınlatmaya çalışırlardı, buralara hizmet verirlerdi. İşte bunlardan bir grubu Hacıbeyli köyüne gelir. Hacıbeyli köyüne gelen manevi ilim ehli evliyalar şunlardır:
1- Bekir dede (dede başı)
2- Kara Ahmet Baba (kara baba)
3- Ömer Dede
4- Mehmet Dede
Diğer gruplar arasında da şunlar vardır: Tatar Ahmet köyü, Akça köy, Uşak -Eşme, Kütahya, Manisa, Aydın ve İstanbul'a kadar uzanır. Anlatmam o ki bizdeki izlenimler şöyledir: Karaca Ahmet köyünden, Hacibeyli'ye uzanan evliya yolu vardır; Karaca Ahmet köyünden çıkan dervişler kürt köyü yolu zeybeklerin tarlanın önü yanından sivri kıran mevkiide küçük çayıra gelirler.
Pinar sitma hastalığına şifa idi) yanında dinlenirler, ibadet ederler, pinardan Özün kenarında sıtma pınarının (bu Allah dostlarının hürmetine bu abdestlerini tazelerler, dergâha geçerlerdi. Dergâh neresi diye sorarsanız Ömer dedenin yanından, Fatmaların ev avlusu, Çölaşanların evin arkasından Muzafferin durduğu ev, Kel Ali'nin ev, Eminlerin ev, Bicölların Halil'in evlerinin bulunduğu yer dergâh ve zikir merkezleri idi.
Peki, buralar nasıl dergâh olmuş: o günlerde köyün beyi Hacı Bey çok ağır hasta bu Allah dostları da bu köye yeni gelmişlerdir. Şimdiki aşağı fırın o zamanlarda da vardı. Fırının önünde iki kız çocuğu kavga ederler; oradan köyün odası olan bu bölgeye Kara Ahmet Baba giderken çocukların kavgasını görür ve ayırır. Kız çocuğunun birisi esmer, diğeri de beyaz tenlidir. Beyaz tenli olan çocuk, esmer olan çocuğa, kara diye hakaret eder, bunu duyan Kara Ahmet Baba esmer tenli çocuğa dönerek: O da esmer oldu deyince beyaz tenli çocuğun yüzü de esmer olur. Çocuk Annesine koşarak "anne bu dede bana esmer dedi öyle miyim?" diye annesine sorar. Annesi baksa ki çocuğu esmer olmuş. Anne dedeye koşar "sen bu kızıma ne yaptın?" diye sorar. Kara Ahmet Baba" ne olmuş kızım" dediğinde annesi kızına baktığında eski halini görür. Dededen özür diler. Kara Ahmet Babanın yanından ayrılır, fakat kafası karışmıştır. "Bu dedede bir iş var" deyip beyine söyler. Beyi de Hacı Beye söyler. Hacı Bey hemen getirin o dedeyi der. Çünkü Hacı Beyin tedavisi için gitmediği doktor kalmamıştır. Hacı Bey günden güne eriyor yaraları artık kokuyordu. Kara Ahmet Babaya müracaat ederler. Kara Ahmet baba da İnşallah görelim der. Hacı Beyin yanına vardıklarında Hacı Beyin hastalığı ilerlemiş boyuttaydı. Kara Ahmet Baba, Hacı Beyin yaralarını görünce yanındaki kişilere hemen ölmüş bir köpek kellesini fırında kurutun, haşhaş taşında sürtün, kına gibi yani toz haline gelsin der. Malzeme hazırlanır; Kara Ahmet Baba ağzına almış olduğu soğuk suyu yaraların üzerine püskürtür. Köpek kelle tozunu da akan yaraların üzerine basar. Perhiz verir hastaya. Perhiz şöyledir: Tuzsuz, mayasız, hamursuz. Siyah kuru üzüm, haşlanmış et türü yesin şunları ise yemesin der: ekşili, turşulu, taneli, baharatlı, kızartmalı yemekler yemesin. Bunlarla 10 gün perhizine devam etsin der. Hacı Bey bu tedavi ve perhize uyar 10 günde Allah'ın izniyle ayaga kalkar yaraları şifa bulur. Doğruca Kara Ahmet Babaya varır "ey mübarek sizin vesilenizle ben iyi oldum. Dile benden ne dilersen "der. Kara Ahmet Baba'da "bize oturabilecek kadar bir mekân karnımızı doyuracak kadar rızık olsa yeter "der. Hacı Bey "başım gözüm üstüne "mekânın şekli nasıl olacaksa siz ayarlayın ben köylülere talimat vereyim, her öğünde topluluğunuza göre yemek verelim der. Hacı bey birde dergâh yaptırır. İşte bu dergâhın oluşumu böyledir.
Bu vesile ile mübareklerin kerameti zuhur etti. Hacı Beyin hastalığının adı belli oldu. Hastalığının adı: halk arasında SIRACA"" denir. Tip dilinde ise "kemik veremidir" belirtileri ise şunlardır: vücudun herhangi bir yerinde sivilce gibi belirir, tatlı tatlı kaşınır, sonra kızarır, olgunlaşınca patlar, pis kokulu irin şeklinde akmaya başlar. Sivilcelerin başladığı yerde de devamlı akıntı olur. Vücudu eritmeye başlar diğer bir deyişle:" Hacı Beyli tutması" denir. Köyün topraklarına girildiğinde ağrısı ve sancısı kesilir tıp çare bulamıyor denilir. Hasta hacı beyli tutması ise tutma işleminden sonra perhiz uygulanır. Allah CC izniyle 10 gün sora şifa bulur. O günlerde bu Allah dostları dergâh hizmetlerinde bulunan Ayancıklar sülalesine el vermişlerdir. Ayacıkların Emine Abla'nın Hacı Hüseyinlere gelin gitmesi ile tutma Emine Ablanın çocukları ile devam etmektedir.
Kara Ahmet Babanın kerametleri:
1- Sıraca hastalığı (kemik veremi) şifa bulması
2- Yunan harbinde Yunan süvari birliklerinin köyü yakıp yıkmaya geldiklerinde aşağıdan köye girişte Yunan süvari birlik komutanının Kara Ahmet Babanın türbesinin yanına geldiğinde atıyla beraber yere çakılmasıyla, komutanın" bu köyde de manevi birisi var" diyerek köye herhangi bir zarar vermemişlerdir. Oysaki köye yakıp yıkıp zarar vermek için gelmişlerdi, niyetleri de buydu. Bu Allah dostlarının kıymetini bilelim bunlara hürmet edelim ve yerlerini temiz tutalım, dil uzatmayalım. Çünkü zarar çekeriz.