Kemal Paşa Afyon’a geliyor
Kemal Paşa, otomobilinden inerek, askerleri selamlayıp, merdivene yürüdü. Giriş kapısı önünde duran Kemal Paşa, kafasını, karşısındaki Afyon Kalesi’ne çevirip, bir süre baktı. Meydanı dolduran askerleri selamladıktan sonra içeri girdi.
Kemal Paşa’nın Belediye Binası’nda olduğunu duyan Afyon halkı, meydanı kısa sürede doldurdu. Paşa’yı görmek için tezahürat yapmaya başladılar. Yaver Salih Bey, salona girerek, gözlerini Kemal Paşa’ya çevirdi. Kemal Paşa, “Ne var Salih?” dedi.
Ahmet’ten dürbünü alan Aliosman, ayağa kalkarak, bir süre baktıktan sonra, dürbünü geri verdi. Diğer süvari arkadaşına dönen Ahmet:
-Hiç vakit yitirme! Yüzbaşı’ya haberi ulaştır! Az sonra biz de geliyoruz, dedi.
-Biz neden bekliyoruz? Hemen ayrılalım buradan! diye çıkıştı Aliosman.
Dürbünüyle bakmaya devam eden Ahmet, kendi kendine söylendi:
-Güzeeel!
-Güzel olan ne?
-Ne olacak? İki keklik, birazdan tam kucağımıza düşecek!
-Ne kekliği oğlum?
-Bizim gibi, iki düşman gözcüsü, hızla bu tarafa gelmekte.
-Delilik etme! Onları avlayalım derken, düşmana yakalanmayalım!
-Merak etme! Fazla oyalanmayız. Geri tarafımız güvenli. Neden korkuyorsun?
-Korku değil oğlum. Tedbirli olmak zorundayız.
-Sadece iki atlı geliyor. Arkalarından gelen yok. Tam da üzerimize doğru gelmekteler.
Beklemeye başladılar. Bulundukları yer, tepenin en uç noktasıydı. Çalıların arasına gizlendiler. İki düşman süvarisi, hızlarını kesmeden yaklaştı. Bayıra doğru tırmanırken, yavaşlamak zorunda kaldılar. Tepeye çıktıklarında, atlarından indiler. Atların karnı, demirci körüğü gibi inip kalkıyordu. Üzerlerine çevrilmiş iki namluyla karşılaşınca, şok oldular. Anlaşılmaz sesler çıkararak, ellerini kaldırdılar. Ahmet:
-Kusura bakmayın! Sizinle oyalanmaya vaktimiz yok! diye seslendi.
Tüfeğinin kasaturasını birinin bağrına dürttü. Sırt üstü düşen askere, dipçikle vurmaya başladı. Ali Osman ise diğerinin işini bir kılıç darbesiyle bitirmişti. Üzerlerini yoklayıp, silahlarını aldılar. Ele geçirdiği dürbünü boynuna asan Aliosman:
-Bir an önce ayrılalım buradan! dedi.
Yorgunluktan, horultulu sesler çıkaran, düşman gözcülerine ait atları yedeklerine alarak, kendi atlarının yanına çektiler. Ele geçirilen atları yedeklerine alarak, hızla uzaklaştılar. Kırka Köyü Yakınlarında, bir grup köylüyle karşılaştılar. Dördü genç kadın, beş altı da çocuk vardı. İki atlıyı görünce, önce korktular. Atlıların Türk süvarisi olduğunu anlayınca, yardım etmelerini istediler. Ahmet, dağdaki Akıncı Bölüğü tarafını göstererek:
-Korkmayın bacılar! Az ilerde süvarilerimiz var. Oyalanmadan, yukarı doğru çıkın, dedi.
İkisinin sırtında bebek sarılıydı. Diğer çocukların ellerinden tutarak, gösterilen tarafa doğru koşmaya başladılar.
Yüzbaşı, gözcülerinin iki düşman atı ve silahlarıyla geldiğini görünce:
-Bu atlar da nerden çıktı çocuklar? diye sordu.
Ahmet, gülerek karşılık verdi:
-Ne yapalım Yüzbaşı’m? İki düşman gözcüsü üzerimize çıkıp geldi. Tam da kucağımıza düştüler. Biz de gereğini yaptık.
-Neler gözlediniz?
-Bir bölük düşman süvarisi, Bal Mahmut tarafından bize doğru yaklaşmakta Yüzbaşı’m!
-Güzel! Öyleyse, güzel bir karşılama töreni hazırlayalım!
Yüzbaşı, bölüğü hemen toplayıp, nerelerde ve nasıl siperleneceklerini söyledi. Süvariler, istenilen yerlere giderek gizlendi. Saldırı için hazırlanıp, beklemeye başladılar. Aşağıdan gelen, dört kadınla çocukları, güvenli bir yere yerleştirip, haber edene kadar çıkmamalarını istediler. Düşman süvarileri, tam istedikleri yere geldiğinde, ilk ateşi yüzbaşı açtı. Peşi sıra, çevreden kurşun yağmaya başladı. Şaşıran düşman süvarileri, ne tarafa kaçacaklarını bilemedi. Sadece, bir kısmı, geriye doğru kaçmayı başardı. Diğerleri ise teslim oldu. Çok sayıda ölü ve yaralı vardı. Bazı yaralı atlar, debelenip can çekişmekteydi. Silahları ve sağlam atları alarak, bir tepe geriye çekildiler.
Çok geçmeden, yakınlarında top mermileri patlamaya başladı. Akşam karanlığına doğru, Bal Mahmut, Kırka ve Tokuşlar Ovası top ateşi altında kaldı. Akıncılar, yakındaki tepe ve derelere çekilerek, çatışma alanından uzaklaştı. Oldukça kalabalık gelen düşman birlikleri, önündeki köyleri işgal etti. Çok sayıda kamyonla gelmişlerdi. Güneyköy’e doğru ilerleyen yirmi kadar kamyonu gören Mürsel Bey, üç bölüğe saldırı emri verdi. Harekete geçen bölükler, karanlıkta, oldukça yavaş ilerleyen konvoyu çevirip, vurdu. Kamyonlardan ikisi cephane yüklüydü. Patlayan bombaların sesi, bütün çevrede yankılandı. Yanıyordu kamyonlar. Yangının kızıllığı, yamaçlara yansımıştı.
Afyon içerisine giren piyadelerin bir kısmı, yangınları söndürme işine girişti. Kadınlar, erkekler, hatta çocuk denecek yaştaki gençler, askerlerle birlikte çalışmaktaydı. Sokaklar, genizleri yakan dumanla kaplanmıştı.
Düşmanın şehri terk ettiğini gören, işbirlikçiler, korkularından, evlerine gizlendi. Düşman askerleriyle birlik olup, halka kan kusturan hainler iyi biliniyordu. Sokağa çıktıklarında, başlarına neler geleceğinin farkındaydılar. Sokak ortasında, saldırıya uğrayıp, linç edilenler vardı.
Sarraf Salih’in evinde, Hacer nineye yalvarıyordu damat.
-Nineciğim! N’olur, ele vermeyin beni! Sizlere bir zarar gelmesin diye düşman zabitleriyle arkadaşlık kurdum. Sizleri ancak böyle koruyabilirdim!
Önünde diz çökerek yalvaran damada, nefretle baktı Hacer nine:
-Kimi kandırıyorsun sen iblis? Aşağılık, mendebur köek!..
Nineden yüz bulamayan damat, ayağa kalkarak, arkasına döndü. Rukiye’nin ellerine yapıştı:
-Sen bari yardım et hala! Ele vermeyin beni!
Rukiye, damadın karşısında heykel gibi soğuktu. Öfkeyle:
-Zamanında çok yalvardım sana! dedi. Düşman zabitleriyle birlikte, yemediğin nane kalmadı. Düşman bu gün geri gelse, gene de yapacağın aynısı.
Bu arada, dış kapı vuruldu. Pencereye yakın olan Rukiye, aşağıya baktı. On kadar kadınla üç süvari vardı kapıda. Hainlerin hangi evlerde olduğunu iyi bilen kadınlar, ihbar ederek, yakalatmaya çalışıyorlardı. Damada dönen Rukiye:
-Seni almaya geldiler! dedi. Yaptıklarının hesabını nasıl vereceksin bakalım!
Damat, ele vermemeleri için yalvarmasını sürdürdü. Ne halanın, ne de ninenin yardımcı olmayacaklarını anlayınca, aniden kararını değiştirip, tabancasına sarılarak, Hacer ninenin başına dayadı:
-Beni teslim ederseniz, Allah’ıma kitabıma vururum! Sakın açmayın kapıyı! diye bağırdı.
Kapı sürgülü değildi. Üç asker önde, kadınlar arkada yukarı çıktılar. İhtiyar kadının kafasına tabanca dayamış adamı gören askerler, silahlarına davrandı. Korkudan, elleri titreyen damat:
-Yaklaşmayın! diye bağırdı.
İhtiyar kadın, korkusuzca:
-Acımayın bu köpeğe! dedi. Vurursa vursun beni! Ben zaten yaşayacağım kadar yaşamışım!
Askerlerden birisi, kalın sesiyle:
-Teslim ol! Teslim olursan sağ kalabilirsin! Eğer tabancayı bırakmazsan, buracıkta biter işin! diye ikazda bulundu.
Diğer asker:
-At silahını! diye bağırdı.
Asker, öyle kararlı bağırmıştı ki, damat sarsıldı. Vücudundan kanların çekildiğini hissetti. Bu arada, damadın arkasına dolanan Rukiye, silahlı eline, iki eliyle sarıldı. Aynı anda da bağırdı:
-Bırak anamı pislik!
Patlayan tabancanın mermisi, tavana çakılmıştı. Rukiye, tabancalı eli bırakmıyordu. Başına yediği dipçikle yere yıkıldı damat. Tabancayı alan asker, ihtiyar kadına:
-Geçmiş olsun ana! Korkma artık! dedi.
-Hiç korkmadım! Elleriniz dert görmesin çocuklarım! Alıp götürün bu hain köpeği! Çeksin cezasını!..
Beklemedi askerler, ihtiyar kadının elini öperek, damadı alıp, evden çıktılar. Dışarıda bekleşen kadınlar, yüzü kan içindeki adama saldırdı. Askerler olmasa, oracıkta linç edeceklerdi.
Evlerden toplanan hainler, İmaret Camisi avlusuna getiriliyordu. Hainler arasında, kadınlar da vardı. Korku dolu gözlerle çevrelerine bakışıyorlardı. Bütün caddeler Türk Askeri doluydu.
Yanmakta olan evler, askerlerin yardımıyla söndürüldü. Güneş batmış ortalık kararmıştı. İnsanlar, sevinç içerisinde aktarılıyordu. On dört ay işgal altında yaşamanın ne demek olduğunu onlardan iyi kim bilebilirdi? Belediye önünde büyük bir kalabalık toplanmıştı. Davullu zurnalı bir şenlik başladı. Asker sivil birbirine karıştı. Gece yarısına kadar sürdü eğlence.
İşgalden kurtuluşun ikinci günü, halk yine sokaklara döküldü. İmaret’ten Ak Çeşme’ye doğru giden cadde, düzenli sıra olmuş, bekleyen askerlerle doluydu. Neden beklediklerinin sebebi az sonra anlaşıldı. Peş peşe gelen üç otomobil, İmaret Camisi önündeki caddeden geçerek, Belediye Binası’na doğru gitti. Otomobiller geçerken, yol kıyısındaki dizili askerler, selama durmuşlardı.
Otomobiller, Belediye Binası önünde durdu. Çok sayıda asker hazır vaziyette bekleşiyordu. Paşaların geldiğini duyan halk, heyecan içerisindeydi. Bir bölük süvari ise, karşıdaki bayırda beklemekteydi. Kemal Paşa, otomobilinden inerek, askerleri selamlayıp, merdivene yürüdü. Diğer Paşalar da peşine takıldı. Giriş kapısı önünde duran Kemal Paşa, kafasını, karşısındaki Afyon Kalesi’ne çevirip, bir süre baktı. Meydanı dolduran askerleri selamladıktan sonra içeri girdi. Diğer komutanlar da peşinden girdi. İçerdeki büyük salon, özel olarak hazırlanmıştı. Ortada oldukça büyük bir masa vardı. Masanın etrafındaki koltuklara oturdular.
Kemal Paşa’nın Belediye Binası’nda olduğunu duyan Afyon halkı, meydanı kısa sürede doldurdu. Paşa’yı görmek için tezahürat yapmaya başladılar. Subaylar, merdiven önünde toplanmış, bekleşiyorlardı. Yaver Salih Bey, salona girerek, gözlerini Kemal Paşa’ya çevirdi. Yaverinin bir şeyler söylemek istediğini anlayan Paşa, gözleriyle işaret ederek, yanına gelmesini istedi. Masanın gerisinden dolanan Salih Bey, kıyısında durdu. Yaverine dönen Kemal Paşa:
Yarın Atatürk’ün emri “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri”