Trikupis, “arkadaşlar Afyon’u boşaltıyoruz”
Yunan Komutanlar, karargâhta gelen haberler üzerine ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Herkes bir birine bakıyor. Karargahta adeta sinek uçsa sesi duyulacak şekilde bir sesizlik vardı. Çaresizlik yüzlerine vurmuştu. Tam bu sırada Tümen Komutanlarından biri, hızla içeri daldı.
Gelen, General Dimaras’tı. Generalin telaşını görenler, oldukları yerde, taş heykel gibi hareketsiz kaldılar. Dimaras’ın hali hâl değildi. Oldukça moralsiz ve perişan bir görünüşü vardı. İçeri girer girmez, en yakın koltuğa bırakıverdi kendini. Ne olduğunu sormaya korkuyordu Trikupis.
-Ne oldu General? diyebildi. Nedir bu halin?
Dimaras, ağlamaklı:
-Bu iş bitti arkadaşlar! dedi.
Trikupis, öfkeyle bağırdı:
-Söylediklerini kulakların duyuyor mu General?
Dimaras:
-Şu anda, karargâhım bile düşman eline geçmiş durumda! dedi. Askerlerime söz dinletemez oldum! Tutunmamız imkânsız! Düşman ise, aralıksız hücum ediyor. Bize karşı büyük üstünlük sağlamış durumdalar.
Bu arada, bir Türk avcı uçağı daha geçti üzerlerinden. Uçağın oldukça alçaktan geçmesi, içeridekilerin yüreklerini ağızlarına getirdi.
Türk uçaklarını sıkça görmeye başlayan Afyon halkı, sevinçten havalara fırladı. Halkın bu sevinci, şehir içindeki düşman askerlerini öfkelendirdi. Sadece düşman askerlerini değil, Rum ve Ermeni Çeteleri de öfke saçıyordu. Sevinç gösterisin de bulunan ailelere saldırdılar. Yakaladıklarını, tekme tokat, ite kaka toplayıp, İmaret Camisi’ne doldurmaya başladılar. Çoğunluğu erkek olan halk, ağır hakaretlere uğramaktaydı. Acımasızca kurşuna dizilenler vardı. Sokaklara fırlayan, Ermeni ve Rum aileler, kendi askerlerini cesaretlendirmek için, bağırarak yürüyüşler yapmaya başladı. Şehir içinde, kendilerini gizlemeyi başaran Türk Çeteleri ile Rum Çeteleri arasında, yer yer çatışmalar yaşanıyordu.
Yunan Karargâhı, şaşkınlık ve umutsuzluk içindeydi. Nasıl oldu da bir günde değişivermişti durum? Kurmay Başkanı Merenditis’le, göz göze gelen Trikupis:
-Fikrin nedir General? diye sordu.
Kurmay Başkanı, biraz bekledikten sonra:
-Afyon’u boşaltmak zorundayız! dedi umutsuzca.
Trikupis, iki elini yüzüne atarak, parmaklarıyla, alnının iki yanını ovmaya başladı. Çatlayacak gibi ağrıyordu alnı. Gözleri kapalı:
-İstediğim takviyeler zamanında gelmiş olsa, bu duruma düşmezdik! dedi. Frangos ne durumda, acaba?
Masa başında bekleyen bir subay:
-Arayıp, durumunu öğrenelim, dedi.
Trikupis, de Frangos’la bağlantı kurulmasını istiyordu. Görevli subay, biraz uğraştıktan sonra, bağlantı kurulduğunu haber verdi. Trikupis, hemen telefona sarılıp:
-Ne durumdayız General? diye seslendi.
Frangos’un sesi titrek ve üzgündü.
-Çok zor durumdayız General’im, dedi. Askerlerime söz dinletemez durumdayım. Direnemiyoruz. Birliklerimde çözülme başladı. Direnecek olursak, ben bile esir düşebilirim!
Duyduğu şiddetli patlamalardan dolayı, kulaklarını kapatan Trikupis, telefonu kulağına yeniden dayayıp:
-General!.. Generaaal! diye bağırdı.
Karşıdan ses gelmediğini duyunca, daha güçlü bağırdı:
-Orada mısın General?
Ses kesilmişti. Birkaç kez daha bağırdıktan sonra, elindeki telefonu bırakıverdi. Masadan aşağı sallanan telefonu, en yakındaki bir subay tutarak masa üzerine koydu.
Trikupis, umutsuzca:
-Telefonu açık, ses veren yok! dedi. Çok zor durumda olmalı!
İçerideki subayların gözlerinde umutsuzluk ve korku vardı. Trikupis’in kolu kanadı kırılmış gibiydi. Birkaç kez yutkunduktan sonra, oldukça üzgün konuştu:
-Arkadaşlar! Afyon’u boşaltıyoruz!.. Hazırlıklara başlayın! Daha fazla kayıp vermeden, diğer Kolordularımızla birleşmek zorundayız. Şehri tahliye için acele edilsin!
Subaylar, emri alır almaz, acele olarak çıktı. Trikupis, Kurmay Başkanına dönerek:
-General! Acele olarak Frangos’u bul. Dumlupınar’a çekilerek, bizi orada beklesin! Dumlupınar’da buluşmak zorundayız! dedi.
Şehirdeki Rum ve Ermeni aileler endişe içerisindeydi. Gök gürültüsünü andıran sesler çoğaldı. Yakındaki tepelere düşen topların patlamasıyla, her taraf sarsılıyordu. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan Ermeniler, Yunan Askerlerini cesaretlendirmek için, Hükümet Binası önünde toplanarak nümayiş yapmaya başladı. Türk kadınları ise, yanmakta olan evlerini kurtarabilmek için çırpınmaktaydı. Cepheden sürekli yaralı taşıyan kamyonlar geliyordu.
Yunan Askeri’nin Afyon’u boşaltacağı haberi duyulunca, ortalık karıştı. Önce askerler arasında, daha sonra da siviller arasında, bir koşuşturmacadır başladı. Kamyonlar, otomobiller ve süvariler, caddeleri doldurdu. Siviller ise, at arabalarına binerek, istasyona doğru akmaya başladı. Hıdırlık üzerine ve Çavuşbaş üzerindeki yamaçlara düşen bombalar, şehri sarsıyordu. Şehri terk etmeye çalışan düşman askerleri ve Rum Çeteleri, evleri ateşe verdi. Evleri talan edip, yakaladıklarına işkence ediyorlardı. Halkın bir kısmını ise İmaret Camisi’ne getirip kapatıyorlardı. Değişik yerlerden yükselen dumanlar, şehrin üzerini örttü. Evleri yanmakta olan aileler, ellerinde kovalarla, koşuşturup duruyordu. Evlerini kurtarmanın telaşı içinde çırpınıyorlardı.
Yunan Askeri’nin Afyon’dan çekileceği haberi, şehrin karışmasına neden oldu. Ermeni ve Rum aileler, telaş ve korku içinde istasyona akmaktaydı. İstasyona doğru giden yol, yüklü arabalar, eşekler ve elleri sepet ve tahta bavullu insanlarla doluydu. Kamyonların çoğu yaralı taşımaktaydı. İstasyon ve çevresi çok kalabalıktı. Trene binebilmek için, didişip, kavga edenler vardı. Bir an önce Eskişehir tarafına gidebilmenin derdindeydiler. Trene binmeleri ise olanaksızdı. Önce yaralı askerler bindiriliyordu. Bir yığın yaralı ise beklemedeydi. Trene binme umudu kalmayan siviller, tren yolu boyunca, yaya olarak yollara düştü. Arabası olanlar şanslıydı. Bağıranlar, ağlaşanlar, koşuşturanlar, ana baba gününe çevirdi istasyonu. Görevli düşman askerleri, kalabalığa bir türlü söz anlatamıyordu.
Cephane, erzak ve asker dolu kamyonlar, konvoylar halinde Afyon’dan uzaklaşmaya başladı. Daha önce balkonlarda görülen Düşman bayraklarının yerini, Türk Bayrakları almaya başladı. Gökyüzünde müthiş bir kapışma yaşanmaktaydı. Türk uçaklarıyla düşman uçakları, geniş yaylar çizerek, birbirlerini makineli ateşine tutuyorlardı. Şehrin üzerini kaplayan kapkara dumanlar, korkuyu bir kat daha artırıyordu. Top ve silah sesleriyle sarsılıyordu her taraf.
Bedesten Çarşısı’nın yan sokağından çıkan Hacı dedeye can gelmişti. Elindeki Türk Bayrağını, on beş yaşlarındaki iki gence uzatarak:
-Alın bu bayrağı yavrular! dedi. Kaleye çıkın. Düşman bayrağını indirip, yerine kendi bayrağımızı asın!
İki genç, ellerindeki Türk Bayrağı’yla, uçar gibi koştu. Yarış edercesine gidiyorlardı. Dede, eline aldığı küçük bir bayrakla, İmaret Cami’sine doğru yürüdü. Bir yandan da:
-Allah’ım! Sana şükürler olsun! Bu günleri gördüm ya, ölsem de gam yemem! diye dua ediyordu.
Dedeyi o halde gören bir düşman askeri, Rumca bağırarak, dedenin arkasından yaklaşıp, tüfeğinin dipçiğiyle sırtına vurdu. Küçük yapılı olan dede, bu darbeyle düşüp, yere kapaklandı. Yüzü parke taşlara çok kötü çarpmıştı. Yüzünün bir tarafı kan içinde kaldı. Burnundan kan boşanmıştı. Kalkmaya çalışıyor, kalkamıyordu. Elindeki bayrağı sıkı sıkı tutarak, duvar kıyısına yattı. Bağırmak istiyor, sesi bir türlü çıkmıyordu.
Top sesleri, silah sesleri, uçak, kamyon ve insan sesleri birbirine karıştı. Şehrin üzerini dumanlar kapladı. Ortalığı is ve duman kokusu sardı. Hacı dede, kaleyi göremiyordu. Bayrağın kaleye çekildiğini, sokaktan geçenlerin bağırmasından duydu. Dua ederek, duvar kıyısında son nefesini verdi. Türk Bayrağı halâ elindeydi. Ermeni ve Rum Çeteleri, en son ayrılan düşman askerlerinin peşine takılarak, Mecidiye Mahallesi’ne doğru uzaklaştı. Maarif Oteli’ne varmadan, Afyon Kalesi tarafında bulunan ara sokaktan, on kadar genç çıktı. Silahlı gençler, kaçmaya çalışan bu çetelere saldırdı. Kısa süreli bir çatışma yaşandı. Yanmakta olan evlerin dumanı sarmıştı sokakları. Çatışma sona erdiğinde, kaçamayan üç Rum, ellerini kaldırarak, teslim oldu. Yaralılarla uğraşacak zamanları yoktu. Gençlerden birisi, ellerini kaldıran yaralıları, tekmeledikten sonra, birer kurşunda işlerini bitirdi. Kayalıklara yakın bir kamyon gördüler. Kamyonun üzerinde ve çevresinde yirmi kadar düşman askeri vardı. Bozulan kamyonu çalıştırabilmek için ittiriyorlardı. Gençlerin ateşi karşısında korkuyla kaçışarak, karşı ateşe başladılar. Kamyonu siper almasalar, çoğunluğu vurulacaktı. Çevreden, makineli tüfek ve top sesleri duyuluyordu. Düşman askerleri, kamyonun yanından bir türlü ayrılamıyor, panik içerisinde direniyorlardı. Bir bölük düşman askeri, kendi arkadaşlarını kurtarmak için gelerek çatışmaya katıldı. İki ateş arasında kalan gençler, Tiyatro Binası kıyısındaki ara sokaklara çekilerek çatışmaya devam ettiler.
Kalegörünmez tarafından giren bir süvari bölüğü, hızla daldı şehir içine. Yirmi kadar süvari, Ak Çeşme kıyısında bulunan düşman karakolu önünde durakladı. Atlarından inerek, içeri daldılar. Bir süvari bölüğü, hızla istasyon tarafına yöneldi. Kısa süre içinde, şehrin içi süvarilerle doldu. Atlarından inerek, yangın söndürmek için uğraşanlara, yardıma koştular. Çok geçmeden, Hıdırlık Tepesi ile, Çavuşbaş Mahallesi üzerindeki tepelerde görünen Türk piyadeleri, şehir içine akmaya başladı. Piyadelerin geldiğini gören, süvari bölükleri, atlarına binerek, düşman peşine takıldı. İmaret Camisi’ne kapatılan insanların boşalmasıyla, yakındaki sokaklar, insan seline döndü. Düşmanın, karargâh olarak kullandığı Hükümet Binası’nın önü, ana baba günüydü. Genç bir teğmen, direkteki Yunan Bayrağını indirip, Türk Bayrağını astı. Halk sevincinden ağlamaktaydı. Aynı anda, yüksek bir duvara çıkan biri, yanık sesiyle ezan okumaya başladı. Şehrin her tarafını dolduran Türk Askeri, alkışlarla karşılanıyordu. Türk Askerleri’ni sokaklarda görenler, sevinçlerinden ağlayıp, önüne gelen askere sarılıyorlardı. Sesi gür olanlar, halkı yangın söndürmeye çağırıyordu. Siyah dumanlar, sokakları kapladı. Bazı insanlar yangın söndürmekle uğraşırken, bir kısmı düşman askerlerinin boşalttığı depolara hücum ederek, yağ-malamaya başladı. Şehir, düşman işgalinden kurtulmuştu. Daha önce, bazı pencere ve balkonlarda sallanan düşman bayraklarının yerini Türk Bayrakları almıştı.
Çocukluktan yeni kurtulmuş kız ve erkekler, ellerinde testi, su dağıtıyor, daha küçük çocuklar ise, ele geçirdikleri Türk Bayrakları’yla koşuşturuyordu.
Top bataryalarının, şehir içinden geçişi muhteşemdi. Belediye önünde yığılan halk, alkışlarla karşıladı bu durumu. Kadanaların çektiği büyük topların başında ve çevresinde yürüyen zabitler ile yanık yüzlü askerler, çiçek yağmuruna tutuldu.
Birinci Süvari Tümen Komutanı Mürsel Bey, zabitleri topladı. Yüksekçe bir tepe üzerindeydi. Top seslerinin duyulduğu tarafa dönerek:
-Arkadaşlar! diye başladı sözlerine. Bu gün bizim için çok önemli. Aldığımız habere göre, düşman cephesi yarılmış durumda. Düşmanın Birinci Kolordusu, kuzeybatı istikametinde çekiliyormuş. Amacı, bir an evvel Dumlu Cephesine ulaşmak. Bu Kolorduyu durdurma görevi, İkinci Süvari Tümenimie verildi. Bizi ilgilendiren ise, tam üzerimize doğru gelen, Frangos emrindeki kuvvetler. Frangos’un hedefi de Dumlu Cephesi’ne ulaşabilmek. Dağılan kuvvetlerini toparlayıp, üzerimize yüklenecekleri kesin. Önündeki en büyük engel biziz. Hedefine ulaşabilmesi için bizi geçmek zorunda. Çok zorlu bir çarpışma bizi beklemekte. Oldukça kalabalıklar. Uzun süreli bir savaşa tutuşamayız. Elimizden geldiğince, ilerlemelerine engel olacağız. Bölükler, birbirlerinden kopmamalı. Peşlerinden bizim piyadelerin geldiğini aklınızdan çıkarmayın! Şaşkına çevirmeliyiz onları! Zorda olan bölüklere, diğer bölükler yardıma koşmalı. Haydi arkadaşlar! Bölüklerinizin başına!
Zabitler, atlarına binerek, bölüklerinin başına doğru git-ti. Kendi Akıncı Bölüğü’nün yanına gelen Yüzbaşı, Güneyköy tarafındaki bir tepeyi gösterip, süvarilerine seslendi:
-Düşmanı, şu karşıki tepelerde karşılayacağız! Unutmayın, vurup geri çekilmek zorundayız! Gözcüler çok uyanık olsun. Köylülere gerekli uyarıyı yapın ki, hazırlıklı olsunlar. Haydi Aslanlarım! Allah yardımcınız olsun!
Gözcüler, üçerli gruplar halinde, hızla gösterilen hedeflere doğru gitti. Ahmet, iki arkadaşıyla birlikte, Kırka Köyü içine daldı. Köy meydanında durdular. Çevrelerini saran köy-lülere konuşan Aliosman, heyecanla:
-Emmiler, babalar, beni iyi dinleyin! dedi. Düşman askerleri, bozgun vaziyette bu yöne doğru gelmekte! Malınıza, canınıza zarar verebilirler! Haberiniz olsun. Bizim, acele olarak, diğer köyleri de uyarmamız lazım!
Haberi duyan köylüleri telaş aldı. Haber, kısa sürede yayıldı. Değerli eşyalarını alan köylüler, köyü terk etmeye başladı. Hayvanlarını önüne katarak, ormanlık alana doğru gidenler vardı. Değerli eşyalarını kağnılara yükleyip uzaklaşanlara, süvariler yardımcı oluyordu. Evini terk etmeyenler de vardı. Harman yerleri saplarla doluydu. Harmanları başında korku ve tedirgin bekleyenler de vardı.
Ahmet, iki arkadaşıyla, Bal Mahmut yakınlarındaki bir dağa doğru yöneldi. Ağaçlarla kaplı bir tepede, atlarından inerek, yukarı tırmandılar. Çevreyi görebilecekleri bir yere oturup, dürbünle çevreyi gözetlemeye başladılar. Balmahmut Köyü güneyinden, bir toz bulutu yaklaşmaktaydı. Dürbünüyle bir süre seyreden Ahmet:
-Vay anam vay! dedi.
Aliosman:
-Ne gördün? Nedir o toz bulutu? diye sordu.
-Sadece önden gelenler görünmekte. Bu gelenler düşman süvarileri.