Herkesin kendi penceresinden baktığı bir dünyası vardır. Olayları ve objeleri kendi iç dünyasının ışıltısıyla renklendirir. Her şey bilmek, görmek ve anlamak istenildiği gibi zihinde şekillendirilir. Sonra o yönde beklentiler oluşur. Çeşitli etkiler, algılar ve müşahedelerle kanaatler biçimlenir. Bu nedenle insanların hayat görüşü, yaşayış felsefesi ve bakış açısında farklılıklar meydana gelir.
Farklı yapıdaki mizaçları, değişik yorumları ve anlayışları birleştirecek en güzel ölçüler dinimizin emir ve yasaklarının içindedir. Kişilerin “Bana göre…” Diye başlayan ve içersinde enaniyet izleri taşıyan, menfaat çağrıştıran kısır döngüler, süfli duygular taşıyan isabetsiz, sığ düşünceleri, yanlış fikirleri dinimizin cihanşümul vecibeleriyle mecrasını bulur hakka, hakikate, istikamete yönelir.
Tanıdık birisinin selamıyla gelen genç bir şahsı misafir ederek nasıl yardımcı olabileceğimizi sordum. Görünüşte sakin yapısı, saygılı duruşu, kibar üslubu ile Babaannesini kurum bakımına vermek istediklerini ifade etti. Öyle bir kişiden beklemediğim bir istek olunca şaşırdım. “Bakımında problem mi oldu?” Diye sorunca anlatmaya başladı.
Yaşlı bir insanın mizacından, karakter yapısından ve yaşından kaynaklanan tavırlarından, davranışlarından ve konuşmalarından ailede duyulan rahatsızlıkları tek tek sıralıyordu.
Geçmişe ait karşılıklı gerginlikler, sorunlar ve imtizaç uyumsuzlukları süregelmiş. Bir şekilde herkes karşısındakinin huyunu, davranışını ve tepkilerini iyi bildiği için katlanmışlar. Bu durum aile içindeki huzursuzlukları ve sıkıntıları yatıştırma, barıştırma görevini yapan yaşlı kadının küçük oğlunun vefatına kadar bir şekilde devam ede gelmiş.
Teyzenin yaşı hayli ilerlemiş kendisi ile ilgilenen oğlu da vefat edince yalnız kalmış ve bakıma muhtaç hale gelmiş. Bu durumda söylediği, yaptığı her şey göze battığı için istenmeyen kişi olmuş. Bu akıl, fikir ve ruh taşıyan yaşlı bir insan için zor ve acı bir durum.
Yaşlılık hali eşyaları ve parası konusunda titizlenmesinin normal olduğunu, o davranışların çok ciddiye alınacak şeyler olmadığını, kişileri olduğu gibi kabul etmek, saygı duymak, hürmet ve merhamet etmek gerektiğini söylesem de O, bildiğinden şaşmadan bütün şikâyetlerini peş peşe sıralıyordu. Yaşlı bir insanı evden uzaklaştırmak, bir yerlere bırakmak, terk etmek için zihinde bütün gerekçeler hazırlanmış.
Sakin ve kibar bir insanın yumuşak üslubunda babaanneye karşı şiddet ve hakaret ihtiva eden şikâyet ve yakınma ifadeleri çoklukla yer alıyordu. Sanki ölüm yokmuş, adım adım ahirete, kabre yaklaşan zavallı bir insan onlara ebediyen yük olacakmış, hiç iyiliği olmamış, faydası dokunmamış, yabancı birisiymiş gibi dünyevi ölçüler, endişeler, menfaatler ve kaygılarla değerlendiriyordu her şeyi. “…Bu biçare ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, manevi bıçakla o biçareleri kesmek hükmünde… Yüzbin def’a “El’iyâzü Billâh…”(1)
Görüşme sonrası misafiri yolcu ederken huzurevindeki gönlü kırık, ruhu yaralı ve ağır hasta yaşlıların koluna girerek taşıyan personelin güler yüzlü tavırları, yaşlılarla oturup sohbet eden ziyaretçiler bir yerlerdeki eksik kalmışlığı tamamlamaya çalışıyordu. Kırık kalpleri, yaralı gönüllerin kırgınlıklarını tamire çalışıyordu.
Bir okul çocuğunun yaşlıya sunduğu buketteki: “Dünyanın en güzel insanları, haftanızı en içten dileklerimizle kutluyoruz, sizi çok seviyoruz.” Yazıyordu. Bütün bunları O şahıs müşahede ederek, etrafına bakınarak uzaklaştı. Kalbi ve vicdanının durumunu bilmiyorum…
Dipnot:(1) Mektubat, 29.Mektub