Her yerde yaşadığı toplumun tanıdığı, bildiği, aşina olduğu meşhur şahsiyetler vardır. Mümtaz kişiliği, mütedeyyin hayatı, mütevazı yaşantılarıylabulunduğu toplumda herkesin itibarını, itimadını ve hayranlığınıkazanmışlardır.İnsanlar, her durumda imrendiği o kişileri göz önüne alarak kendine çeki-düzen verir, mukayese eder, vicdan muhasebesi yaparlar.
Şeker Ahmet de halk adamı tabirine uyan, şeker gibi mübarek, tatlı, yaşlı bir insandı. Küçük yapılı, sakin, hoşgörülü, mütebessim bir siması vardı. Aynı zamanda duygusal, hisli, yufka yürekliydi. En küçük bir üzüntüde, yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarını ıslatırdı.İnancıyla, ibadetiyle, takvasıyla bilinen Allah Aşkı, Peygamber sevgisiyle dolu, coşkulu, maneviyatı yüksek, ehli kalp kâmil bir insandı.Hz. Peygamberimizi (asm) anmak, hatırlatmak O’nun hüzünlenmesine, gözyaşlarıyla ağlamasına yeterdi.
O’nu huzurevinde tanıdım. İlk görüşte içimde bir sempati ve ünsiyet uyandı. Zaten siması, iç dünyasındaki ruh halini, saflığı, temizliği, masumluğu yansıtıyordu. Çelimsiz haliyle aba gibi kalın giysileri ve dokuma pantolonu O’nu dolgun gösterse de zayıf, naif hali hemen fark ediliyordu. Herkesinçok sevmesinin, değer vermesinin sırrını daha sonraki zamanda O’nun gönül dünyasındaki enginliklerden, hoşgörü ve güzel ahlakından kaynaklandığını öğrenmiştim.
O kimseyle kötü olmaz, dedikodu etmez, gov gıybet bilmez, yalan söylemez halis, kanaatkâr bir Müslümandı. Namaz vaktinde kurumun mescidine herkesten önce gelir, otururdu.
Çocukluğundan itibaren hayata sıkıntılarla, zorluklarla, mahrumiyetlerle ve yetim olarak garipbaşlamış. Babası vefat edince Annesinin ihtiyaçlarını karşılamak Ahmet’e düşmüş. Küçük yaşta başladığı peygamber mesleği çobanlığı iş edinmiş. İleri yaşına, takatten kesilinceye kadar o mesleği yapmak, hayvan peşinde, ıssız dağlarda dolaşmakkaderi olmuş.
Yaşlılık, yalnızlık ve yoksulluk son çare olarak O’nu devletin şefkatiyle buluşturmuş. Küçükken okuldan, eğitimden uzak kalması O’nu okuma-yazmadan, evlenmekten, çobanlıktan başka iş yapmaktan mahrum etmiş. Elindeki paranın miktarını, kaç para olduğunu başkasına soracak kadar dünyalıklara,hırsa, meyli olmayan kanaatkâr bir hali vardı. O’nun saf gönlünü, hayatını, hatıratını, hasletini anlatmaya satırlar yetmez...
Geçen gün simitçi, Çay’ın İnli Köyünden olduğunu söyleyince “Şeker Ahmet’i tınıyor musun?” Dedim. “O köyden gideli çok oldu. Bir daha dönmedi.” Dedi. Yılar sonra vefat ettiğini benden öğrenmiş oldu. “Bir garip ölmüş diyeler…” Misali…
Hep düşünüyorum da… Az-çok mürekkep yaladık.Rahle-i tedrislerde marifettullah, muhabbetullah bahislerini okuduk.Siyer-i Nebiyi (asm) öğrendik. Ancak katılaşmış kalbimiz, kurumuş gözpınarlarımızdan bir damla yaşa yol vermezken; Amî, ümmi ve mektep-medrese görmemiş bir faninin yüreğinde tecessüm etmiş İlahi aşk dalgalarının umman olup coşması, gözyaşlarının rahmet pınarları gibi her daim sakallarını ıslatması… Hayran kaldığım bir ibret dersi olarak içimde ve hala gözümün önünde…