Yıllar önce soğuk bir kış günüydü. Sandıklı’nın batı yakasında yüksek tepelerin üstündeki Koçgazi Köyü’ndeki Koçgazi Dede türbesinin bulunduğu haşmetli dağdan aşağıya doğru koyu bir sis perdesi kaplamıştı. Göz gözü görmüyordu. Süleyman alışveriş yapmak için şehre gitmeye hazırlanıyordu. Annesi, sisten endişelenmiş. İçindeki garip bir duyguya bir anlam verememişti. Oğluna (Süllü derdi.) hava açılsın öyle çık yola, dese de gençliğin pervasızlığıyla ferman dinlemeden yola düştü.
Annesi, içi burkularak genç, yakışıklı, gür saçlı, palabıyıklı, tatlı dilli oğlunun arkasından gözden kayboluncaya kadar baka kaldı. Ana yüreği, sanki sisler dehlizinin içinde ölüme, idama gidiyormuş, son görüşüymüş gibi içini bir acı kaplamıştı. Süleyman’ın dillere destan, yürek burkan hikâyesi de o yolculukla başlamıştı!..
Köyde en belalı, şirret ve zalim üç insanın elinden kötülük görmeyen kalmamış. Herkesin malını çalmak, eşyasını gasbetmek, haklı haksız demeden dövmek, eziyet etmek üstelik karakola şikâyet edip yalan dolan, iftira ile suçlu duruma düşürmek onların sık yaptıkları işlerdendi. Bütün köylü onların zulmünden yaka silkmiş, usanmış bıkmış, çaresiz, naçar kalmışlardı.
Sabahın erken saatlerinde, tenha, sisli yolda üç atlı konuşarak, kahkaha atarak geldiklerini duyan Süleyman, merak edip dikkat kesilir!.. İnsanların kim olduğu görünmese de sesleri, lakırdıları ve kahkahaları Koçgazi Dede’nin dolaylarından, yankılanıp Derindere mevkisinin yamaçlarına ulaşıyordu.
Geçmişte Kara Mollanın Hanımını nasıl dövdüğünü anlatmaktadır birisi. Öteki saçlarından sürüklediğini, bir ötekisi de hakaret ederek değnekle vurduğunu, itip kaktığını marifetmiş gibi ballandıra ballandıra anlatıp arkasından kahkaha atıyorlardı. Tam da Süllü’nün annesine yaptıkları işkenceli zulmü konuşuyorlardı!
Çocukluk yıllarında merhametsiz üç insanın zulümden Annesinin günlerce döktüğü gözyaşları Süleyman’ın, içini burkarak gözünün önüne geldi. Annesini saçlarından sürükleyerek dövdüklerini korku içinde, çaresiz vaziyette görmüş, saklanmış ve çok üzülmüştü. Şimdi büyümüş, uzun boylu, yağız, bıçkın, mert bir delikanlı olmuştu.
Üç kafadar şımarıklar, iyice yaklaşınca onlara yüksek sesle haykırdı: “İnsafsızlar!.. Zavallı bir kadına yıllar önce zulüm yaptınız! Şimdide sıkılmadan bağıra bağıra marifetmiş gibi utanmadan anlatıyorsunuz. Bu yaptığınız mertliğe yakışır mı, ayıp değimli, günah değimli, insanlığa sığar mı?” Diye çıkışmış.
Hiç beklemedikleri, alışık olmadıkları bu tepki karşısında çılgına dönen gururlu, kibirli köy eşkıyaları öfkeyle, hışımla saldırmaları, zulümleri onları felakete sürüklemiş. Süleyman’ı da bir öfke, cinnet ve infialle dönüşü olmayan, idamla sonuçlanan bir yolculuğa çıkarmıştır. Zavallı Annesinin içine doğduğu gibi sisler içinde gidin Oğlu, Süleyman bir daha dönmemiş.
Soğuğuyla meşhur Afyonkarahisar hapishanesinde idamla yargılandığı sırada Süleyman’ın kardeşi Halil, bir heybe dolusu altını kirada oturduğu ev sahibi aracılığı ile zamanın Hâkim’ine vermek istemiş. Hâkim, “Benim babam medrese hocasıydı. Bana harama tevessül edersen iki elim yakandadır, diye vasiyet etti.” Diye reddetmiş.
Cezaevinde iyiliği, kibarlığı, insanlara yardımıyla dillere destan olan Süleyman Çelik, mahkemede cürümüne gerekçe ve mazeret göstermiyor, savunma yapmıyor. Sonunda idamına hükmediliyor. Genç, sempatik ve esprili Süleyman (Süllü) mahkûmlarla iyi anlaşır. Kısa zamanda namı Afyonkarahisar’da duyulur. Haksızlığa, zulme ve zalimlere karşı yüreğiyle karşı koymuş bir kahraman gibi anılır. Koçgazi Köyü üç kafadar şebekeden kurtulmuş. Yıllarca Süllü bir efsane kahramanı gibi hikâyesi dilden dile anlatılmıştır.
İnfaz günü gelmiş. İdam sehpasına kendisi çıkmış ve urganı boynuna takmış.“Anneme selam olsun, kötülere ibret olsun.” Demiş ve Kelime-i Şahadet getirmiş. Cellâttı da reddetmiş, ayağının altındaki sehpaya tekme vurarak ölüme kendisi yürümüş. Bir gün sonra da Ankara’dan af kararı gelmiş olsa da Süleyman’ın cenazesi çoktan kaldırılmıştır.
1942 de idam edilen, hakkında destanlar söylenen, ağıtlar yakılan Koçgazi’li Süleyman’ın hazin hikâyesini bu gün olmuş gibi heyecanla anlatan Çobanlarlı yaşlı Kemal Işık, elinde bulunan O’nun resmine bakarak civanmert bir Anadolu delikanlısının hayat encamından hayıflanarak ibret dersleri ve yorumları çıkarıyordu…