Çatkuyusu Köyü yörük geleneklerinin yaşatıldığı güzel bir köydür. Orada küçük yaşta hayatın tüm yükü omzuma bindi. Askerde hastalanan babam, askerlikten gelince ben 6-7 yaşımda iken vefat etti, babam dan 6 ay kadar sonra onu çok seven annem üzüntüden öldü. Dedem önceden ölmüştü. Babaannemiz bize bakıyordu. Abim ile bizi Sincanlı da ilkokula yazdırdı. Babaannem de kısa zamanda hakkın rahmetine kavuştu. Amcam ilgileniyordu. Daha sonra ağabeyimi Çifteler öğretmen okuluna verdiler. Beni de çoban vermek için konuşuluyordu. Uzun pazarlıklar, konuşmalar, münakaşalar yapıldı… Sabah çobanlık yapmak için yola çıktığımda ayaklarımda müthiş bir ağrı ve sancı oldu. Bir hafta kimseye söyleyemedim. Bana ayıp olur gibi geldi, yeni işe başlamıştım. Bir hafta sonra dayanamayacağım kadar ağrı oldu ve şiddetinden bağırmaya, ağlamaya başlamıştım. Amcam ilçenin doktoruna götürdü, İlin doktoruna havale etti, oda İstanbul’a havale etti. Vakıf Gureba Hastanesinde üç hafta yattıktan sonra oradan da Bulgar hastanesine havale ettiler... Kemik veremi olmuşum. Dizimin kemikleri delindi akmaya başladı. Tedavi uzun süreceğin den oradan da taburcu etmek istediklerinde. Ben kimsemin olmadığını söyleyince beni Darülacezeye yerleştirdiler. Orada kalıyordum artık, yalnız ve kimsesiz olarak. Darülacezeye ait hastanenin kapıdan girince sağda 9. hariciye koğuşunda, birinci yatakta 3 sene kaldım. Doktorumuz Süreyya beydi. Bu gün gibi 65 sene önceyi hatırlıyorum. Hemşiremiz Tenzile hanımdı. Pansumancımız tokatlı Abdi, berberimiz İhsandı. Tedavi gördüğüm zaman kemiklerim akıntı yapıyordu, ağrı, sancı, ıstırapla, her günüm dertle geçiyordu. Ahlarım, feryat figanlarım göklere çıkıyordu. Hiç kıpırdamadan bir buçuk sene sırt üstü yattım. Kalkıp oturamadığımdan. Berber saçımı keserken başımı hafiften yukarı kaldırdıklarında belim kopacak gibi olur, bağırırdım. Hastanenin beyaz duvarlarına nakış, nakış gözlerimle hatıralarımı nakşederdim. Hayata canlı olarak bir tek gözlerimle bağlıydım. Uykusuz gecelerde hep beyaz tavanlara bakarak, sabahın olmasını beklerdim. Köyümün dağları, bağları, bahar çiçekleri gözümde tüterdi. Bu çile ve hastalıklı halimle 10-15 kg. kadar düşmüşümdür. Doktor Süreyya Bey sana tıbbın yapacağı her şeyi yaptım, artık senin halin Allaha yani, büyük doktora kaldı der takılırdı. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Ama inançlı, iyi bir insandı bana her gün bu gün daha iyisin, iyi olacaksın derdi. Zayıflıktan ışıkta elimin içinden baktığım zaman öbür taraftaki cisimler fark ediliyordu. Ağrılarımı iğne vurarak durdurabiliyorlardı. Hastane yetkilileri bana ayrı bir itina gösterirdi. Genç ve kimsesiz olduğumdan her istediğini yapın, diye hastane müdürü söylerdi. Ancak ben hiçbir şey istemezdim, külfet olmasın diye... Hastaneye yattıktan altı ay kadar sonra Dr. Süreyya Bey Beni çağırarak ayak bacak kemiğinin iflah olmaz durumda, akıntısının çok olması nedeniyle kesilmesi gerektiğini söyledi ve bana kesmek için teklifte bulundu. Ben 16 yaşında bir insanım, dedim. Amcam bilir deyince Doktor amcama mektup yazmış, muvafakat istemiş. Amcam doktor öyle biliyorsa doğrudur, kessin diye cevap yazmış. Doktor mektubu bana okudu. İçimden tabi, dedim kesilecek olan bacak bizim, amcamın umurunda mı, diye üzüldüm. Beni ameliyathaneye aldılar! Orada korkudan, heyecandan titriyordum! Doktor geldi bana korkuyor musun? diye sordu. Hayır, üşüyorum da onun için titrediğimi, söyledim. Bunun üzerine doktor beni ameliyathanenin içene alınmamı sağladı. O zaman benden önceki hastanın ayağının kesildiğini gözümle gördüm! Doktora yalvardım, dedim ki sinirle ilgili küçük ameliyatımı yap ama ayağımı kesme, kötürüm olmak istemiyorum, dedim! Benim yalvarmam, ağlamam ameliyathanedeki doktor ve hemşireleri de ağlattı! Ameliyat sonrası uyandığımda ilk işim sağ bacağıma bakmak oldu. Baktım yerinde duruyor, Allah’a çok şükür ettim. Şu anda aksayarak da olsa kendi ayaklarımla yürüyebiliyorum. Üçüncü senenin sonunda zar zor doğrulabildim, oturduğum zaman dünyalar benim oldu. Kalkıp da ayakta durmak, hele koltuk değneği ile adım atabilmek benim için bir servetti. O çektiğim acıları, sancıları, mahrumiyetleri Allah kimselere çektirmesin. Koltuk değneği ile yürümeye başlayınca da memleketime döndüm. Hayata baştan, yeniden tutunmaya başladım. Bana yörük Topal Mehmet, derler. Böyle anılmaktan şeref duyuyorum. O zamanlar Tarım Kredi kooperatifinden 350 lira para aldım. Bu para ile iki buzağılı inek ve 8 adet kuzulu koyun aldım. Ticarete başladım. Dürüstlük, çalışkanlık bana peş peşe başarılar ve servetler kazandırmaya başladı. Çok sayıda tarlam, 2 apartman dairem, beş yüze yakın koyunum, kırk kadar büyük, cins ineklerim oldu. Çevremde sevilir sayılır hale geldim... Yörük olduğumuz için bizde düğün hediyeleri farklıdır. Benim oğlumun düğününde hediye olarak on yedi keçi, yirmi bir koyun, büyük bir bağa hediye geldi. Altınların, paraların haddi hesabı yoktu. Böyle ihtişamlı bir düğün yaptım oğluma. Sora her şey birden tersine döndü. Aile içi sıkıntılar, sorunlar, oğlumun borçları nedeniyle bir bir elimden çıkmaya başladı mallar, paralar, birikimler bitti. Tekrar başa döndük, sıfıra dayandık. Hayatımda hiç harama bulaşmadım. Hiç hile yapmadım, başkasının malında ve servetinde gözüm olmadı. Hayatımın başında Darülacezede kaldım, sonuna doğru da Huzurevinde günlerimi geçiriyorum. Çektiğim acılar, ıstıraplar, çileler, varlıklar, yokluklar, bolluklar, zenginliklerin her şeyi veren de Allah, alan da. Hepsi benim için bir imtihandı. Bunlar başıma neden geldi diye hiç şikâyetçi olmadım, öyle bir hakkım da yok zaten. Ben bu halimle Allaha çok şükürler ediyorum. Her gece saat üçte mutlaka ayaktayım. Yasin okur, ibadet, dua ederim. Bütün mevcudatı yoktan yaratan, idare eden Rabbim’e şükür ederek Onun rahmet hazinesinden Ahiret nimetlerini, Cennet’ini, Cemal’ini istiyorum. Buradakiler her şey boş ve fani. Acılar, sancılar, çileler de geçici; mal, mülk, servet, şöhret de geçici. Bunların hepsini görerek ve yaşayarak anladım. Mehmet Amcanın, samimi sohbetinin ve hatıralarının sonunda 81 yıllık sıkıntılı, mutlu ve çileli geçen ömründen ders çıkarmak, ibret almak da bizlere düşüyor. Gelecekte üzülmemek, ağlamak, pişman olmamak için O gibi huzuru bulmak için kadere rıza gösterip tevekkül etmeliyiz… Malımızı, canımızı ve ömrümüzü Rabbimizin rızası dairesinde ve hoşnutluğu yolunda doğruluktan ayrılmadan sarf edersek, fani dünyaya bedel, ahiretin ebedi mal, saadetlerini kazanırız…